Öldürmek için yaşamak

48 saatliğine gittim Bodrum’a. Evimizi açtım. Bahçeme sarıldım kokladım, hasret giderdim. Saksılarımıza mevsim çiçekleri diktik. Kurumuş dalları budadık.

Haberin Devamı

Kısa zamanda çok fazla şey halletmem gerektiğinden, hızla oradan oraya gittim. Ama en çok da bahçem için bir şeyler almaya.
Dikkatimi çeken tek şey şu oldu; resmen öldürmek için yaşıyor şehirli insan.
Evet.
Bağ bahçe malzemesi satan yerlere giren kimle sıra beklesem, hep aynı şeyleri sordular: “Karıncaları öldürmek için ne ilaç var?”, “Bilmem ne ağacına şu haşere gelmiş, şurayı bilmem ne kurtçuğu basmış, onu öldürmek için ne ilaç var?”
İlk iki sefer dilim tutuldu sustum. Ama sonra tutamaz oldum kendimi ve her şeye karışan teyzeler gibi karıştım o konuşmalara.
Minnacık karınca ailesi.
Biz koca koca insanlar. Büyük ihtimal esas bizler onların evinin yolunun üstüne geldik oturduk. Hiçbir zararları yok. Bizim evde de sürekli geçit var. Günün hep aynı saati gelip gidiyorlar, sonra toz oluyorlar.
Limon dilimlerine nane döküp koyduğunuzda yol değiştirebiliyorlar ya da gelmiyorlar.
Bazen hiçbir şey işe yaramıyor.
Açıkta gıda maddesi bırakmıyorum. İlla bir iki tanesi bir şeylerin içine düşerse, zehir zıkkım değil ya, alıp kaşıkla toprağa bırakıyorum.
Koca cüssemizle, karıncalara zehir zemberek kimyasal ilaçlarla savaş açtığımıza inanamıyorum.
Üstelik biz ne yaparsak yapalım karıncalar bizden kalabalık. Bugün ilaçla öldür yarın yine gelecekler.
Neden öldürmek?
Neden zehirlemek?
Üstelik o ilaçların insana, toprağa olan zararı korkunç! Bakmayın zararsız dendiğine... Toprağa, havaya yayılan her zehir size, bana, çocuklarımıza geri dönüyor.
Bitkilerin üzerindeki haşereler için de bir şey diyeceğim; mevsim çiçekleri ve yöresel bitkilerden şaşmayın a be güzel insanlar.
Bir bakıyorum alakasız iklimin, bölgenin çiçeği, meyvesi, hiç alakası olmayan yörede yetiştirilmeye çalışılıyor. E tutmayınca yaşatmak için bas hormonu, bas ilacı.
Mevsim, coğrafya, iklim önemlidir bir canlı için.
İlaç filan fayda etmez. Börtü böcek gelir, o gelmese soğuk, sıcak yer bitirir.
Begonvilin bile yerlisi var, dayanıklıdır. Kışı geçirir.
Yani yerli malı alın, ekin, dikin.
Ve lütfen öldürmek için yaşamaktan, karıncalara kimyasal savaş açarak o savaşı sadece kendinizi zehirleyerek kaybetmekten vazgeçin. O ilaçlar arıları da hasta edip öldürüyor.
Doğaya verdiğimiz ne zarar varsa aynısı bizi buluyor.
Öldürmeden, zehirlemeden bir dursak ya...
Sevgiler, saygılar, sağlıklar, akıl fikir, sükunet ve doğal çözümler dilerim.
Yonca
“karınca kararınca”

TARKAN

Haberin Devamı

Yahu gerçekten neye kızıp bozulacağımızı şaşırmışız. İnsanların mutluluk/üzüntü gibi duygularını nasıl yaşayacakları ve yansıtacakları konusundaki engin yargılamalarımızdan da illallah geldi.
Zamanında babamı kaybettiğimde biri bana “yeterince üzgün görünmediğimi” söylemişti, o aklıma gelir böyle olaylarda. Veya bir şeye çok mutlu olduğumda “abarttığımı” söyleyenlere donuk surat bakakalırım.
Veya duygularını pek yansıtamayan birine yapılan “mutsuz bu” yakıştırmasını hayretle karşılarım.
Tarkan evlendi. “Çok mutlu olsun” diyemedik gitti kardeşim. A acayibiz!
Yok öyle yok böyle, yok karısı şöyle böyle...
Bir insan ünlü olduğu için bu kadar abuk yorumlara maruz kalıp, hadsiz bedeller ödemek zorunda değil asla. Hiç katılmıyorum o “Eee ünlüsün madem, katlanacaksın” sözlerine.
O da insan, ben de, sen de...
Ünlü ünsüz fark etmiyor benim için insanın duygularına verilemeyen değer söz konusuysa.
Aynadaki aksimiz düşündürücü diyorum ya.
Yonca
“Tarkancı”

 

Ciddi bir şey

Haberin Devamı

Hayatımda ilk defa kocaman bir cümlenin içinde buldum kendimi. Hiç aklıma gelmezdi..
Ben Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın Mütevelli Heyeti’ne seçildim, oybirliği ile... O kadar kocaman geldi ki bu bana!
Garip bir gurur, garip bir sevinç ve bir yandan da sorumluluk.
İnandığım projeler, inandığım gençler; uğrunda çabaladığım değerler adına, çok mutlu oldum layık görüldüğüm, kabul gördüğüm, seçildiğim için. Toplumun canının yandığı her konuda gençlerin nasıl çalıştığını bildiğim için parçası olmak çok daha dokunaklı geliyor bana.
Türkiye nüfusunun yüzde 18’ini, 15-24 yaş arasındaki gençler oluşturuyor. Bu yaklaşık 12,5 milyon genç anlamına geliyor. Bu sayılar, gelişmekte olan bir ülke için ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğumuzun göstergesi.
TOG, 2002 yılından beri bu büyük potansiyeli değerlendirmek, gençliğin sesini yükseltmek, gençlerin güçlendirilmesini ve desteklenmesini sağlamak için Türkiye’nin 80 ilinde 129 üniversite kulübü/topluluğu ile çalışıyor.
Gençlerimizi tanıyıp onlarla beraber çalıştıkça kendimi daha cesur, daha umutlu ve daha çözümcü olmaya itiyorum. Ben de onlarla gelişiyorum bir şekilde. Kendimi terbiye de ediyorum...
Neyse, böyle şeyler uluorta denmez belki ama, dayanamadım dedim.
Yonca
“arı gibi”

 

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları