Gösteriş ve idare etme olayı ve bir RTE klasiği…

Kafası dağınık olan bir kadının dağınık ve uzun yazılarını okuyasınız var mı?

Haberin Devamı

Düşüncelerimi ve hislerimi düzgün toplayamadığım bir dönemdeyim.
Yazmaya çekinip utanıyorum aslında.
İdare etmeyi hiç sevmeyen ben, idare edilmeye ihtiyaç duyuyorum resmen.
İdare edebilir misiniz beni tüm hatalarımla bu ara rica etsem?
Teşekkür ederim.


***


Samimiyetsizlik beni çileden çıkartıyor.
Hayır daha da beter, beni deli ediyor.
Çok sabırlı bir insanım. Çok.
Bu hiperaktif Yonca’nın ne kadar sabırlı bir tip olduğunu tahmin edemezsiniz …
Hophop zıpzıp olunca herkes sabırsız zannediyor beni, oysa değilim. Yerimde duramayabilir, bir işi hemen halletmek isteyebilirim ama, uzun mesafe koşucusu olabilmemin nedeni de çok sabırlı olmam aslında.
İki günlük ilişkiler, 5 satırda bitirebildiğim yazılar, 3 günlük diyetle zayıflamalar, 4 günde Dünya’yı kurtarmalar benim işim değil.
Yapamıyorum. Yani her zaman yapamıyorum.
Dahası, artık yapamıyorum.
Hele de ciddi çözümler gereken konulara kısa vadeli günü kurtaran çözümlerle yaklaşanlara kafa atasım filan geliyor.
Da işte ben kimim ki kime kafa atayım oluyorum.
Ben kalıcı, uzun soluklu şeyleri seviyorum.
Emek vermeyi, layığıyla çalışmayı seviyorum.
Anlık zevkler ayrı, uzun vadeli olanlar apayrı.
Her birinin yeri ayrı.


***



Burada yazdıklarımla toplumu nasıl etkilediğimi de mesela aslında geç idrak ettim. Kendimi o konumda göremedim gitti. Birileri bana bunu söylediğinde ise, yok canım dedim... Meğer doğruymuş.
Aslında bu yazarlık çok ürkütücü bir güce sahip. Seni kimin okuduğunu, okuduğundan nasıl bir sonuç çıkarttığını asla kestiremiyorsun.
Çok ilginç inanın.
Yani yazdığın ve yaptığın şey üzerine insanların bir şekilde kendilerine paye çıkartması veya rol model olarak alması; örnek verecek olursam beni okuyup koşmaya başlaması veya ben işimden ayrıldığımı yazdığımda bundan güç alıp “kurumsal” hayattan istifayı basıp çıkması beni çok ürküttü.
Yazdığım her satırda kırk saat düşünür hatta bazen kendim gibi yazamaz oldum iyi mi!
Sonra düşündüm, ben de okuduklarımdan hep çok etkilenirim.
Kendime bir ders çıkarırım. Çocukluğumdan beri böyleyim. Bunun yazanla değil, benle alakası var. E hal böyle olunca, “koyver Yonca sen kendini kendi bildiğin eskisi gibi” dedim.
Ay ne çok gel git di mi?
Ama öyle yani.
Bunu düşününce, ürkmem yerini değişik bir duyguya bıraktı.
İçinde haz, gurur, onur, azıcık kendini bi şey sanma filan da olan karışık bir duyguya... Sürekli kendime ikazda da bulunuyorum bu arada...
Çimdik atıyorum, şımarmamak için. Veya çok şükür arkadaşlarım var, de ki şımardım çakacaklar kafama iki tane.


***


Bi de beni bazı şeyler çok sinirlendiriyor arkadaşlar.
Sinirlendiğimde; “Demek her insanın içinde bir canavar var ve ondan bende de varmış ki, ortaya çıktı” diye düşünürdüm. Sonra bir baktım, aslında benim içimde bir canavar filan yok. Benim içimde çocuksu bir öfke var. Olanı anlamadığımda, konuşamadığımda, veya söylemek istediklerim başkalarının hoşuna gitmeyecek gerçekler olduğunda “iki yaş” krizine giren çocuk gibi oluyorum. Hani uluorta ağlar bağırır ve sen ne diye çocuk durduk yerde çıldırdı anlamaz boş bakarsın ya, işte öyle. (Terrible two’s dedikleri şey yani.)
Bir olay karşısında, karşımdakine diyeceğimi diyemediğim ve idare etmeye çalıştığım için de bazen aslında süper samimiyetsiz oluyorum ve bu da beni “canavar” yapıyor.
Kısır döngünün içinde buluyorum kendimi.
Benzemek istemediğim kişi ve şeyler gibi davrandığımda kendimden kurtulmak istiyorum. Bazen domuz gibi insanlara özeniyorum, iki gün domuz oluyorum sonra birden ayol sen bu musun deyip melek oluyorum filan...
Size de oluyor mu bunlar?
Ama...
En büyük zararım kendime oluyor hep.
Başkasına kızmayıp kendime kızmak, kendimi paralamak en büyük maharetim.
İşte burası önemli.
Oysa bu bana haksızlık ve ben haksızlıklara da tahammül edemiyorum asla.
Başkasına haksızlık olmasın diye kendime haksızlık etmeye başlıyorum.
Al sana cinnet.


***


Bunları bugün neden yazıyorum acaba?
Belki bana bakın ve sakın bunları kendinize yapmayın diye.
Belki de sürekli idare eden, samimiyetsiz insanların içinde yaşadığımız bu topraklarda çocuklarımıza bunu yapmayalım diye.
Belki de eğer size de bunlar oluyorsa alın bakın bana da oluyor, korkmayın diye.
Orta Doğu kültürü bu.
İnanın öyle...
Benim en çok canımı yakan şey, gözümle gördüğüm doğruyu tam konuşamamak, bir şeyleri içime atmak zorunda kalmak, haksızlık ve merhametsizlik.
Yani benim için öyle.
Sitemler, yüzsüzlükler, reklam için verilen ödünler, kötü para kafaları, ayakkabı kutularına rağmen alınan oylar, meydanlarda yuhlanan evladını kaybetmiş analar, yumruk yiyen vatandaşlar ve üstüne cep telefonlarımıza Cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla RTE’den gelen Bayram tebriği mesajı midemi ağrıttı, içimi daralttı, tepemi attırdı Bayram sabahı...ve bu yazı da öyle çıktı filan.


***


Nedir Abi bu?
Gezi’de beynime, kalbime ruhuma sık biber gazlarını, öldür gencecik evlatları, kaç çocuk yapacağıma karış, kızlı-erkekli takılmama kötü bak, kardeşi kardeşe düşman et...
Seçim öncesi mi aklına geldim de hoJgörüyle beni bağrına basıyor Cumhurbaşkanı Adayı?
Biraz fazla suni değil mi bu?
Çok suni evet.
Beni sevmediğini bildiğim birisini bana şirinlik yapmak zorunda olmasın. Değil de.
Hadsizce Bayram sabahımı kullanmasın bu çıkar ilişkileriyle!
İstemiyorum ben bu hareketleri işte.
Ha buna kızıp sosyal medyada bu görüşümü paylaşınca, bu sefer de Ekmeleddin de sms attı, ona niye kızmadın diye kızdı bazıları.
Anlatayım Efenim;
Çünkü alakası yok iki insanın birbiriyle. Birisi yumruk kafa göz atıp ayrımcılık naraları ile girmedi siyaset sahnemize.
Gerçi onu da tam tanımıyorum. Dolayısıyla bekleyip göreceğiz diyorum.
Ama RTE’yi gördüğüm kadarıyla, doydum öfke ve riyakarlığa bunu çok iyi biliyorum.
Ama bir tek RTE değil ki, toplumun büyük kısmı böyle. Riyakar.
Koşullu her şey, çıkar dolu her şey.
Poz veriyoruz sürekli... Öfkeyle büyüyoruz.
Süsleyip allayıp pullayıp koyuyoruz kendimizi ortaya. Kafalar ruhlar fotoşoplu yaşıyoruz. Kendi gerçeğimizi sevmiyoruz.
Çok üzülüyorum buna... ?
Biri böyle yapınca, herkes de öyle yapıyor bir de. Dahası seni de aynı kefeye koyuyor herkes. Kişi kendinden biliyor ya işi... of ne sinir bir şey bu!
Ne çok sürekli bi şeylerden gocunuyoruz bir de...
Geçenlerde bir twit atıyorum “politikacılara” diye, içimden geçen o çünkü; meğer bilmem kim de üzerine alınmış.
Haydaaa ne alakası var senle yahu!
Veya güvenip bir şey paylaşıyorsun biriyle, o yakının aslında bir bakıyorsun ki sana çok uzakmış. Laf çoktan almış başını gitmiş bambaşka bir yere.
Bir başkasını görüyorum, gözümün önünde dekoltesi kılık kıyafeti şahane doğal olarak eğlenme halinde, ama sosyal medyada paylaşım yapacakken otosansür uyguluyor, nedenmiş, e iş yaptığı bilmem kim muhafazakarmış vesaire.
Kraldan çok kralcılar besliyor sistemi, ne şahane.
Yas ilan edildiğinde herkes plajda, tatilde orda burda...Bunun neresi suç?
Ama “mış” gibi yapmak makbul ya, eller havaya fotolarımızı paylaşmayarak dürüst oluyoruz sözüm ona.
Bunun adı da hassasiyet oluyor ya, bayılıyorum işin bu ikiyüzlü kısmına.
Oruç tutamıyorum. Tutanlara saygım sonsuz.
Yalan söyleyip oruç tutuyor gibi yapsam yeminle daha çok saygı duyacaklar var.
Bi de şu var, ne kadar çok birilerine çakarsan o kadar popülersin. Çok acayip.
Mesela sinirle twit atarsam takipçi sayım artıyor, sevgi dolu bi şey yazarsam tek oynama yok.
Yani eğer popüler olmak istersen ya ona ya buna ya şuna çakman lazım.
Hoşgörülü olursan sıkıcısın.
Öyle hoyratız ki kendimize bile...


***


Kendimden başlayıp yaralarımı sarıp sarmalamak istiyorum.
Başımı dizime koyup kendimi şefkatle sevmek istiyorum...
Sakinleşmek, kendime dönmek, ortamdaki gerginliği, öfkeyi, kini sanki sırtımıza bağlanmış ağırlıklarmış ve tek tek atıyormuşuz gibi bıraktığımı düşünerek nefes almak istiyorum.


***


Ne mi yaptım peki?
Başımı kocamın dizine koydum bu sabah, ağladım.
Kahvaltı sofrasındaydık o sırada.
Çocuklar da karşımızdaydı.
Saklanmadım...
Sonra birbirimize sarıldık.
İyi geldi.
Bu kadar.
Yonca
“sarılın”

Yazarın Tüm Yazıları