Yazık bize

ACIMIZ çok büyük. Yasımız da... Tarifsiz.

Haberin Devamı

Yas geleneği, hem zamana, hem kültüre göre değişiklik gösteriyor.
Eski Türklerde babası ölünce tahta geçen padişah, atının kuyruğunu keser, baştan aşağı siyah giyermiş.
Elbiseyi ters giymek, saç kesmek, ağıt yakmak, hatta “ağıtçı” tutmak da var yas kültürümüzde...
* * *
Bugün de yasını farklı ifade edebiliyor insanlar.
Kimi ağıtla, kimi ölenin ardından alkışla, ardından yakılan mumlarla, kimi üç gün-üç gece yas yemeğiyle, kimi yas orucuyla...
Hepsi farklı, ama hepsi -saygıyla- anlaşılır. Hepsi acıyı sızdırır yüreğine...
Anlaşılamayacak olanı ise Adana’da yaşandı.
* * *
Haberlere göre önceki akşam Yüreğir İlçesi’nde bir grup Ankara’daki bombalı katliamı protesto ediyordu.
Bir düğüne rastladılar, “Düğünü sonlandırın, yasımız var” dediler.
İddialara göre düğün devam etti.
Grup da düğündekilere silahla, molotofla saldırdı.
Açılan ateşle bir kişi öldü, iki kişi yaralandı.
* * *
Böylesine büyük bir facianın, acının en taze demlerinde, "üç günlük ulusal yas" ortamında sokağa müzikle taşan bir düğün en azından yakışıksızdır, en hafif deyimiyle densizliktir.
Elbet tepki, eleştiri yaratabilir.
Bu da anlaşılabilir.
Ancak en zalim, en vahşi planlarla “öldürülen” insanların yasını tutarken, “acı-yas adınabaşkalarını öldürmenin mazareti, bahanesi olamaz.
Mevzu “karşı terör” ise mazaret de aranmaz gerçi.
* * *
Barış, dostluk, kardeşlik için toplanan insanların iki ayrı patlamayla katledilmesi korkunç, tarifsiz bir şey.
Kabil-i kıyas değildir asla ama bir düğünde “sıradan” insanları öldürmek de korkunç.
Ölümü-öldürmeyi, katili-kurbanı kendi görüşünün terazi kefesinde tasnif etmek de öyle...
Akit Gazetesi'nin, Levent Kırca'nın ölümünü dün "Ünlü alkolik tiyatrocu öldü” başlığıyla duyurması da korkunçtur.
Hıncal Uluç’un Defne Joy Foster’in ölümünün ardından, “Kim olduğunu bile bilmem, tanımam” diye yazıp, ardından “Su testisi su yolunda kırıldı” yaftasını yapıştırması da...
Bazı köşe "yazar"larının aylardır, "infaz-öldürme" polemiğinden, bir nevi "kabir keyfi"nden kurtulamaması da...
Korkunçtur, aslında.
* * *
Bu ülkede idam cezası hukuken 2004 yılında kaldırıldı.
On bir yıl oldu henüz.
İdam kaldırıldı, ama “Ölmeyi hak etti” cümlesi yazılı olmayan “infaz hukuku” maddesi gibi hâlâ tedavülde
Ankara’daki korkunç patlamanın, o iğrenç saldırının ardından, “Keşke idam kalkmasaydı” diye geçebilir içinden bir çok insanın. Anlarım.
Ve bir an unutabiliriz; idamın ilmiğinin devre-devrana göre bir başbakanın, bir bakanın, onlarca gencin, 17 yaşında bir çocuğun boynuna -havadan/sudan gerekçelerle- takılabildiğini...
* * *
Bir ölümün panzehiri, bir başka ölüm gibi geliyorsa “seçici vicdan”a, bu da korkunçtur.
İçimiz, korkunç bir şeyi yapan insanın ölümüyle ferahlıyor, mutlu oluyorsa ancak...
Ölüm mönülerinden, sıcak ya da soğuk intikamlar seçebiliyorsak hâla...
Bu da korkunçtur. Ve böyle bir “hak-hukuk” anlayışı tahmin edilemeyecek, ama tarihte yüzlerce örneği olan yerlere, katliamlara götürür insanlığı...
Çünkü “insan” maalesef, içinde-derinliklerinde ölmesini/öldürülmesini istediği insanların listesini -karşılıklı- tutabilen vahşi bir bünyedir bazen.
Kanın kanla yıkanmayacağını, ölümün ölümle yuğulmayacağını zor öğreniyoruz, acıyla öğreniyoruz, geç öğreniyoruz.
Yazık bize.

Haberin Devamı

PİYANİSTİ VURMAYIN

Haberin Devamı

Yazık bize

KOVBOY filmleri, barlardaki (Saloon) silahlı çatışmalarıyla ünlüdür.
Öyle ki, barlarda piyanistin çaldığı köşeye bir uyarı tabelası asarlar:
“Piyaniste ateş etmeyin, o elinden geleni yapıyor...”
“Piyanisti vurmamak”, o "vahşi Batı" dönemlerinin bile bir tür geleneğidir.
Ama bizde tersi geçerlidir sanki.
Kabadayının, külhanın istediği şarkıyı çalmayan, hatta bilmeyen piyanist-şantörün kurşunu yemesi, vakayı adliyedendir.
Son örneği ölümcül oldu.
Yazımda değindiğim Adana’daki düğün vahşetinde, kurşunlar piyanist-şantör İbrahim Halil Aslan’ı öldürdü.
Henüz 28 yaşındaydı.

Yazarın Tüm Yazıları