Kaldırım mı, kaldırma mı?

UZUN yıllar önceydi. Çok ama çok sevdiğim hocam, meslektaşım, dostum, ağabeyim Güven Etkin’in kızı Zeynep’i görmüştük sokakta... Küçücüktü.

Haberin Devamı

Mahallemiz sakin, trafik derdi olmayan bir sokaktı ama uyardık yine de:
“Aman arabalara dikkat et, yola çıkma...”
“Bi şey omas”
demişti çocukluğunun yarım konuşmasıyla, “Kaldırmadan gidiyorum...”
* * *
Şimdi ne zaman sök-tak durma kaldırılan kaldırımları görsem o kelimesi gelir aklıma:
“Kaldırma...”
Yarım, yanlış telaffuz ettiği o kelime, şimdi durumumuza gayet uygun.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kimbilir kaçıncı, diyelim “10. Kaldırımları Güçlendirme, Geliştirme ve Yenileme (Sök-Tak) Festivali”nin başladığı bugünlerde demek istiyorum ki; “Kaldırımları kaldırma...”
Yani çocukluğumda, gençliğimde, yetişkinliğimdeki o eski Ankara taşlarından evladiyelik kaldırımlar gibi, bir kere doğru-dürüst yapın ömrü bizden uzun olsun.
* * *
O kadar çok değişti, söküldü-takıldı ki bu kaldırımlar...
Üstüne tarih basmaları da zorunlu olmalı ki, kaç yıl ya da ay sonra yenisinin yapıldığını görelim.
Maliyeti bir yana, eziyeti de katlanılmaz “kaldırma”nın...
Trafik haşat, her gün bir başka yol kapalı, ortalık toz duman...
“Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi” der ya Necip Fazıl.
Çeyrek asırdır, bu anlamda, çile içinde büyüdü, öksüz kaldı onlarca semtte on binlerce insan.
Kaldırım mı, kaldırma mı
Peki, o toz-duman, trafik kaosu, o hengame bittiğinde, kaldırımlar yapıldığında durum güllük-gülistan mı... Ne gezer!
Ya eğri-büğrü, engebelidir, çocuğa, yaşlıya, engelliye tuzak kurar, kadını topuğundan yakalar.
Yahut hesapsız-kitapsız, plansız yapıldığı için yüksektir, yine yaşlılara, engellilere, çocuk arabasıyla ralli yapan annelere eziyet yaşatır.
Otomobillerin cantlarına, tamponlarına, marşpiyelerine çiziktirdikleri imzaları ise vakayı ad(l)iyeden artık.
Bir arabanın plakasına değil cantına bakın, ezik-çizikse “Angaralı”dır.
* * *
Orhan Veli’de şiir olmuştur o iki kelime, ardından da Levent Yüksel’in sesiyle şarkı:
“Yüksek Kaldırım’da, güpegündüz? /Melâhat’i almışım da sonra /Alemdar’a gitmişim, öyle mi?”
İstanbul’da mahalle ismidir Yüksek Kaldırım...
Bizde ise yıllardır değişmeyen çileyi, orantısızlığı, hesapsızlığı özetleyen iki kelime.
* * *
Yüksekliği hesaplı-planlı değil, akla estiği gibi ya...
Ya eni, genişliği? Atatürk Bulvarı’nın bazı yerlerinde, Cinnah Caddesi’nde, geçitlerde, kavşaklarda genişliği el kadar.
Yola düşmeden yürümek, karşıdan gelen olursa geçmek cambazlık işi...
Bir kaldırıma bunca sorun nasıl sığar, onu da anlayamıyorum.
Yıllardır yıkılıyor, yapılıyor, daha yaşını doldurmadan, hatta yapıldığı an yeniden bozuluyor.
Hep aynı terane...
Oysa basit; bir kere yapacaksın, ömrü senden uzun olacak.
Avrupa’da bir çok kentin kaldırımları, kentle yaşıt neredeyse. Tarihi...
Avrupa deyince, ona da sonraki yazımda gelelim.

Yazarın Tüm Yazıları