‘İkinci Şans’ yaşıyor ömrüm...

Nurgül Yeşilçay ve Özcan Deniz, ‘İkinci Şans’ta, bir zamanların çok tutulan TV dizisi ‘Asmalı Konak’tan yıllar sonra yeniden bir araya geliyor. Çocukları üzerinden tesadüfen tanışan iki insanın aşklarıyla birlikte dönüşüm çabalarını da anlatan yapım, yönetmen Özcan Deniz’in en iyi filmi olmuş.

Haberin Devamı

zcan Deniz, sadece yönettiği ‘Sevimli Tehlikeli’nin ardından bu kez hem kamera arkası hem de önünde yer aldığı ‘İkinci Şans’la huzurlarımızda. Deniz, malum daha önce de ‘Evim Sensin’ ve ‘Su ve Ateş’ gibi filmlere de imza atmıştı. Önce yargımızı belirtelim: ‘İkinci Şans’, Özcan Deniz’in yönetmenlik kariyerindeki en iyi işi olmuş.

 

Sonrasında da açalım: ‘İkinci Şans’, hayatlarındaki yeni seçeneklerle karşılaştıklarının farkında olmayan iki insanın aşkına odaklanıyor. Eşinden ayrıldıktan sonra kızını tek başına büyütmeye çalışan ve önceki beraberliğinin tecrübeleriyle kendi kozasında hayatını sürdüren matematik öğretmeni Yasemin’in yolu, tesadüfler (çocukları arasındaki internet üzerinden yakınlaşmasıyla) sonucunda lüks bir lokantanın sahibi olan Cemal’e çıkar. Cemal çekirdekten yetişme bir şeftir ve gözü yükseklerdedir. Eşinden ayrılmış ve sonradan varlığından haberdar olduğu oğlu Mahmut’u yanına almıştır. Genellikle genç kadınlarla günü- birlik ilişkiler yaşayan bu gözde şef, Yasemin’in kendisi için özel biri olduğunun farkına varır ama...

 

Haberin Devamı

Özcan Deniz’in yönettiği önceki filmler Güney Kore sinemasından uyarlamaydı (‘Sevimli Tehlikeli’ de Hint filmi tadındaydı). ‘İkinci Şans’ (jenerikte hiç belirtilmediğine göre) orijinal bir senaryoya sahip (gerçi girişteki şeflik sanatından ustalıklar içeren görüntüler bir ara bizi, “Acaba bu kez de Bradley Cooper’lı ‘Çok Pişmiş-Burnt’ten esintiler mi taşıyor?” hissiyatıyla buluşturdu ama).

 

Deniz, kendisinin kaleme aldığı senaryoda kadın karakteri, daha önceki filmlerinden farklı olarak bir tiplemeden öteye taşımayı ve derinleştirmeyi başarmış. Bir kere bu nokta, bence takdir edilesi bir durum... Öte yandan Deniz’in oyunculuğu başka yönetmenlerin elinde farklı anlamlar ve tatlar taşırken (Ezel Akay’ın ‘Neredesin Firuze’sinde ve Yeşim Ustaoğlu’nun ‘Araf’ında olduğu gibi) kendi imzasını taşıyan yapımlarda tekdüzelikten öteye gidemedi. Hoş burada da sanki filmin başına az biraz aksıyor gibi ama bence kendi yönettiği filmlerdeki serüveni açısından en olgun performansını ortaya koymuş diyebiliriz.

 

Haberin Devamı

‘İkinci Şans’ yaşıyor ömrüm...

 

NURGÜL YEŞİLÇAY ÇOK İYİ

 

Eski Yeşilçam tadını ve öykülerini revize etme çabasını da içeren ‘İkinci Şans’, bazı sahneleri itibariyle Güney Kore sinemasından (özellikle yağmur altında şemsiyeli kadrajlar) görüntü düzeyinde esintiler sunsa da öykünün dolaştığı koridorlarda özgünlüğünü buluyor. Ben filmin özellikle Yasemin karakteri üzerinden geliştirdiği bakış açısını beğendim. Bir yanda kendine hayran,  gelecek planlarını sürekli kendisi üzerinden kurmaya çalışan bir erkek figürü ve yanında, eksikliğini tamamlamak için olması gereken bir kadın. Yasemin, bu rol dağılımına itiraz ediyor ve böylesi bir hayat fotoğrafının içinde yer almamak için tavır geliştiriyor (yanlış teşhis olabilir tabii ki ama bana Cemal karakteri ve dönüşümü, Özcan Deniz’in kendi iç hesaplaşması ve dönüşümü olarak da geldi doğrusu).

 

Haberin Devamı

‘İkinci Şans’ın bize hatırlattığı bir şey daha var; Yasemin karakterinde karşımıza gelen Nurgül Yeşilçay’ın oyunculuk gücü. Sorun nerden kaynaklanıyor bilmiyorum ama var olan bir potansiyel sanki değerlendirilemiyor, sinemamız Yeşilçay’a uygun roller yaratmıyor, yaratamıyor gibi. Özcan Deniz’in filmi bunu başarmış. Filmin iyi yanlarından biri de Cemal’in oğlu Mahmut rolünde izlediğimiz Mesut Can Tomay. Genç yetenek, “Ben o zaman Antep biletimi açığa aldırayım” repliğiyle de filmin en iyi esprisine imza atıyor.

 

Sonuç? ‘İkinci Şans’, hüznünü gülümseten sahneleriyle dengelemesi bakımından da ölçülü biçili bir film olmuş, nasıl derler iyi çekilmiş bir aşk öyküsü arıyorsanız işte size uygun bir adres.            

 

Haberin Devamı

‘İkinci Şans’ yaşıyor ömrüm...

 

BEYLERRRR... OLMAMIŞ...

‘Beyaz Futbol’ ekibinin sinema macerası ‘Adam mısın!’, görüp görebileceğiniz en kötü filmlerden biri olmuş. Biz de ‘gerçeküstücü’ çalışmaya ilişkin eleştiri yazımızı ‘Ahmet Çakar üslubu’yla kaleme alalım dedik...

 

Birrr: Ortada doğru dürüst bir senaryo yok. Bu kadar kötü yazılmış bir olay örgüsü, bu kadar kötü yazılmış replikler... “TV’deki popülerlikle biz bu işi götürürüz” mantığı sinemada pek işlemez... Nitekim ‘Adam mısın!’ bu gerçeğin altını bizatihi çiziyor.

 

İkiii: Tamam, siz profesyonel oyuncu değilsiniz ama yine de bu kadar kötü performansları, bu kadar vasat oyuncuları uzun süredir izlememiştik. ‘Beyaz Futbol’da (ya da ‘Derin Futbol’da) diyaloglar spontane gelişiyor, birçok hamleniz (sözleriniz, mimikleriniz, vücut dilleriniz) en azından samimiyet içeriyordu. Bu kez elinize son derece kötü bir senaryo tutuşturulmuş ve her anında dökülen oyunculuklarınızla, kendi içinde bile inandırıcı olmayan bir filme imza atmışsınız.

 

Haberin Devamı

Üççç: Evet, programlarınıza da yer yer aynı dil ve ruh hâkim ama insan bazı şeyleri bu denli arka arkaya izleyince “Bu kadarı da yeter” diyor. Sürekli cinsiyetçi espriler (birlikte uyuyup kalktıktan sonra “Beyler, birbirimize bir şey yapmadık değil mi” türü cümleler mesela), keza Ahmet Çakar’ın ayıyla güreştiği sahnelerde aynı türden cinsiyetçi göndermeler vs. Hele o otelde önüne geleni tokatlama sahneleri. Pardon da ‘Recep İvedik’ aynı sularda defalarca yüzdü, sizin bu çabalarınıza gerek var mıydı?

 

Dörtttt: Yaa bir film hiçbir sahnesinde mi güldürmez (sadece Abdülkerim Durmaz’ın opera sahnesine dalıp arabesk söylemeye başlamasıyla biraz tebessüm ettim). Sorun bende diyecektim ama basın gösteriminde pek gülene rastlamadım.

 

Beşşş: Operacı dövmek iş mi? Ya da komik mi? Filme böyle bir sahne koymanın gerçekten ne manası vardı? Zaten bu ülkede sanat yeterince ‘tu kaka’, bir de siz hizmet edin bu tür anlayışa. Sözüm sana Ahmet Çakar Hocam; ‘Tıp doktoru’ diplomalı biri olarak tebrik ederim, böyle bir zihniyete yaptığın katkı için.

 

Altıııı: Ezkaza bu filmi, sinemayı icat edenler seyretse, mezarlarında ters döner. Ya da meseleyi güncel okuyalım; “Adam mısın!’ filmse, diğer zamanlarda ışıklar söndükten sonra salonlarda izlediğimiz şeyler var ya, onlar ne? Hani Ahmet Çakar “Raul futbolcu falan değil” der ya, maalesef seyrettiğimiz şey de film değildi.

 

Yediii: Neyse, bir tane de iyi şeyden bahsedelim. Ekip içinde yine de Abdülkerim Durmaz’ın performansı diğerlerinin bir adım önünde. Filmin oyunculuk adına tek hamlesi de kimi sahneler itibariyle Nazlı’yı canlandıran Burçin Abdullah’tan geliyor.

 

‘İkinci Şans’ yaşıyor ömrüm...

‘HARRY POTTER’I ÖZLEYENLERE...

J. K. Rowling’in ‘büyülü’ dünyası sinemada karşılığını bulmaya devam ediyor. ‘Harry Potter’ bitti, sırada İngiliz yazarın 2001 tarihli kitabı ‘Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?’ (‘Fantastic Beasts and Where to Find Them’) var. Elde tek kitap olmasına rağmen çoktan planlama yapıldı, beş filmlik seri için kollar sıvandı bile. Bu hafta salonlarımıza da uğrayan ilk adıma gelince; filmde hayvan büyüleri üzerine uzman olan Newt Scamander’in (eski bir Hogwarts’lı) İngiltere’den New York’a ayak basmasıyla başlayan olaylar zincirinde, şehri etkisi altına alan yıkıcı eylemlere karşı verilen mücadele anlatılıyor.

 

‘Harry Potter’ genelde Hogwarts Büyücülük Okulu’nda geçerdi, ‘Fantastik Canavarlar Nelerdir...”de ise adeta New York Hogwarts’a dönüştürülmüş. Evet, şehrin ahalisi büyüden habersiz sıradan insanlar ama öykü onlara çok nadir uğruyor ve ana çatı adeta kendilerine ait paralel bir evrende iç hesaplaşmalar peşinde koşan cadılar, büyücüler, tuhaf yaratıklar ve fantastik canavarlar arasında biçimleniyor.

 

‘Harry Potter’ serisinin dört filmine imza atan David Yates’in yönettiği ‘Fantastik Canavarlar Nelerdir...’ (ki serinin tamamı ona teslim edilmiş), 1926’da geçiyor ve Newt Scamander karakteri üzerinden sanki bir göçmen hikâyesi anlatıyor. Yates, dönem atmosferi kurmada gayet başarılı, öte yandan filmin asıl başarısı büyülü bir evreni oluşturmanın yanı sıra etkileyici yaratık tasarımlarında. Yani özel efekt başarısından da söz etmek gerekiyor. Eddie Redmayne’in Newt Scamander’i canlandırdığı filmde Colin Farrell da MACUSA’ya (Amerikan Büyü Kongresi) bağlı çalışan Güvenlik Direktörü Percival Graves karakterinde karşımıza geliyor (Bu arada Johnny Depp’in de küçük bir rolü var). Filmin oyunculuk bakımından parlayan isimleri ise eski kara büyü yakalayıcılarından Porpentina Goldstein’da Katherine Waterson ve öykünün ‘en insani’ karakteri pastacı Jacop Kowalski’de Dan Fogler (performansı muhteşem).

 

Sonuç? ‘Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?’, ‘Harry Potter’vari dünyalara özlem duyanların hayatındaki boşluğu dolduracak türden bir yapım olmuş.

 

Yönetmen: David Yates

Oyuncular: Eddie Redmayne, Colin Farrell, Katherine Waterson, Dan Fogler, Ezra Miller, Zoe Kravitz, Jon Voight, Alison Sudol, Johnny Deppİngiltere-ABD ortak yapımı

 

‘İkinci Şans’ yaşıyor ömrüm...

 

 

VİCDAN NEDİR, NERELERDE BULUNUR? 

 

Hayatı çalkantılı sularda seyreden doktor Romeo Aldea’nın tek emeli, lise son öğrencisi kızı Eliza’nın bir an önce İngiltere’ye gidip bir anlamda kendisini kurtarmasıdır. Son derece parlak bir öğrenci olan 18 yaşındaki Eliza, formalite niteliğindeki bitirme sınavlarını beklemektedir. Ne var ki yazılı sınav öncesi uğradığı saldırıyla işler karışır.

 

 

 

‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ ve ‘Tepelerin Ardı’ gibi son derece kıymetli filmleriyle tanıdığımız, Rumen sinemasının son dönem medar-ı iftiharlarından Cristian Mungiu, bu yılki Cannes’da kendisine ‘En İyi Yönetmen’ (Olivier Assayas’la paylaştı) ödülünü getiren son çalışması ‘Mezuniyet’te (‘Bacalaureat’), bir baba-kız ilişkisi üzerinden ahlak, vicdan, doğruluk temaları etrafında dolaşıyor. Öykünün arka planında ise bürokrasinin çürümüşlüğü, eğitim, emniyet, adalet ve de tıp gibi kurumlarda işlerin nasıl yürüdüğüne dair ilişkiler ağının genel tasviri var. ‘Mezuniyet’ elbette ki sadece kurum ve kuruluşlara dair değil bireylerin hayatlarına ilişkin de çürümenin, tükenişliğin, çıkışsızlığın resmine soyunuyor.

 

 

 

Mungiu, minimal ölçekli öyküler eşliğinde o sade ama alabildiğine etkili sinemasıyla yerelden evrensele ulaşan çok özel yönetmenlerden. ‘Mezuniyet’ de bu yürüyüşteki son adımı. Haftanın en iyi filmi, kesinlikle kaçırmayın derim.   

MEZUNİYET

Yönetmen: Cristian Mungiu

Oyuncular: Adrian Titieni, Maria Victoria Dragus, Rares Andrici, Lia Bugnar / Romanya, Fransa, Belçika ortak yapımı

 

DİĞER SEÇENEKLER

Haftanın diğer yapımlarına gelince: Miniklere seslenen bir animasyon olan ‘Ayı Kardeşler 2: Büyülü Kış’ yönetmen olarak Din Liang ve Fuyuan Liu imzasını taşıyor. Yerli yapım ‘Bir Şey Değilim’de başrolleri Münir Can Cindoruk, Bihter Dinçel, Ferzan Hekimoğlu ile Ahmet Saraçoğlu paylaşıyor, yönetmen ise Muharrem Özabat. Haftanın gerilimi ‘Ölüm Alfabesi: Kötülüğün Başlangıcı’nı Mike Flanagan yönetmiş, oyuncular Elizabeth Reaser, Lulu Wilson, Annalise Basso ve Henry Thomas.

 

SÜRDÜRÜLEBİLİR  YAŞAM İÇİN...

Dün başlayan ‘Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’, sinemaseverlere üç günlük bir maraton ve heyecan sunuyor. Türkiye ve dünyadan 25 belgeseli izleyiciyle buluşturacak olan festivalin gösterim ve etkinlikleri İstanbul’da, Avrupa yakasında Fransız Kültür Merkezi ve Salt Galata’da, Anadolu yakasında ise Kartal’da Hasan Âli Yücel Kültür Merkezi’nde yapılacak. Öte yandan bugün Salt Galata’da saat 15.40’ta gösterilecek olan ‘Hedef Sıfır’ (‘Racing To Zero’) filminin gösteriminin ardından yönetmeni Christopher Beaver’le internet üzerinden bağlantı kurularak sohbet gerçekleştirilecek.

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları