‘Geçmiş değil, bugün gibi…’

Tom Cruise’un bilimkurgusal yolculukları devam ediyor. ‘Yarının Sınırında’, uzaylı istilasına karşı savaşırken her gün ölüp mücadelesini yeniden zamanın döngüsü içinde sürdüren bir askerin hikâyesini anlatıyor.

Haberin Devamı

‘Ne içimdeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında’ derken şair, sinemanın ara ara uğradığı bir temaya da sanki ‘Geniş zamanlı bir geçmiş’ten (!) selam sarkıtmış… Bu hafta gösterime giren bilimkurgu yapımı ‘Yarının Sınırında’ (‘Edge of Tomorrow’), Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da en azından kâğıt üzerinde seveceği filmlerden olmuş. Lakin çok iyi biliyoruz ki, bu cephede asıl mesele fikriyatın peliküle aktarılması… Bu bakımdan ‘Swingers’, ‘Go’ ve ‘Bourne Identity’ gibi filmleriyle tanıdığımız Doug Liman imzalı yapım, öykü ve inşası bakımından paralel bir heyecan sunmaktan uzak…

‘Geçmiş değil, bugün gibi…’

Önce anlatılan hikâyeye göz atalım: Gelecek zamanlardan birinde dünya birtakım yaratıkların (ki onlara (Mimic’ deniyor) istilası altındadır. Özellikle Avrupa’da büyük yıkımlara yol açan bu istilacıları karşı insanlık son bir darbeyle karşılık vermek amacındadır. Askeriyenin pazarlama bölümünde çalışan ve savaşa dair hiçbir deneyimi olmayan Binbaşı William Cage, zoraki bir biçimde cepheye sürülür. Ve ilk taarruzda da hayatını kaybeder. Lakin çok geçmeden gözlerini açar ve kendisini, Normandiya’daki o ilk günde bulur. Açıklanması zor biçimde her ölümde, tekrar başa dönmektedir. Dolayısıyla giderek deneyim kazanır ve benzer bir olayı daha önceden yaşamış olan Özel Kuvvetler savaşçısı Rita Vrataski’yle birlikte düşmanın merkezine doğru ilerleme konusunda bir hayli yol alır…

Japon yazar Hiroshi Sakurazaka’nın ‘All You Need Is Kill’ adlı romanından uyarlanan ‘Yarının Sınırında’, elbetteki ilk elde akla yakınlarda kaybettiğimiz Harold Ramis klasiği ‘Bugün Aslında Dündü’yü (‘Groundhog Day’) getiriyor… ‘Aksiyonel yakınlık’ bakımından da 2011 yapımı ‘Yaşam Şifresi’ni (‘Source Code’)… Fakat bu iki filmdeki özel pırıltıları Liman’ın çalışmasında bulmak zor… Ortada görsel açıdan cilalı bir yapım var, ana karaktere Tom Cruise da konulunca mesele halledilmiş gibi gelmiş galiba yapım ve yayında emeği emeği geçen arkadaşlara!

‘Geçmiş değil, bugün gibi…’

Haberin Devamı

'KORKAKLAR HER GÜN ÖLÜR'

Lakin ‘Yarının Sınırında’daki temel problem galiba her şeyin başka şeyleri çağrıştırması. Öykü yukarıda bahsettiğimiz filmleri akla getiriyor, ‘Mimic’ler ‘Starship Troopers’takileri, çıkarma harekâtı da Normandiya’yı ve ‘D-Day’i (ki bunu bilinçli yapmışlar sanırım)… Bu genel esintilere naçizane ben de katkıda bulunmak isterim: Louvre Müzesi merkezli gizem de ‘Da Vinci’nin Şifresi’ni çağrıştırdı. Öyküde mantıki açıdan açıklanmayan kimi bölümler de filmin handikaplarından; mesela son derece korkak bir adam olan Cage’in birden kahramana dönüşmesi gibi.. Kim bilir buradaki gönderme ‘Korkaklar her gün ölür’dür de ben anlamamışımdır!..

Oyunculuklara gelince, 51 yaşına rağmen ‘Aksiyon’da ısrar eden Tom Cruise, yaşını göstermeyen fiziğiyle görüntüde idare ediyor ama doğrusu filme çok da özel bir hava katmıyor. Hikâyenin başındaki korkak tavırlı Albay bence daha inandırıcı ve izlenmeye değerdi. Tam da bu noktada bir başka çağrıştırma: Aslında bu rol, Amerikalı oyuncunun bence kariyerindeki en iyi iş olan (ki o yıl Oscar yarışında rakibi ‘Sol Ayağım’la Daniel Day-Lewis’ti ve bu yüzden kaybetti) ‘Doğum Günü Dört Temmuz’daki Ron Kovic tiplemesinin savaş halindeki durumunu hatırlatıyor. Malum, Kovic Vietnam’a ayak basar basmaz yaralanıyor ve cepheyi terk etmek durumunda kalıyordu. Binbaşı Cage de Normandiya’ya ayak basar basmaz öldürülüyor… Öte yandan Cruise’un Vrataski, namıdiğer ‘Full Metal Bitch’ rolündeki Emily Blunt’la klişe deyimiyle kimyasının tuttuğunu iddia etmek zor.

Toparlarsak sanki vaat ettiklerinin hakkını veremeyen bir film olmuş ‘Yarının Sınırında’. Tüm dünyanın Avrupa üzerinden uzaylılarla savaşı ise, Normandiya göndermesini de işin içine katarsak Naziler’e karşı verilen mücadeleyi hatırlattı ama bu da filmin genel fikriyatı içinde çok da anlamlı bir çaba değil gibi.

Tom Cruise son olarak yine bir bilimkurguyla huzurlarımıza gelmişti. ‘Oblivion’, bana sorarsanız sadelikten kaynaklı tuhaf çekiciliği ve hüznüyle, çok daha anlamlıydı ve oyunculuk ve fikir açısından daha kayda değer bir çalışmaydı. Kuşkusuz aynı kapıları çalmıyorlar kişisel tercihim şudur: Cruise’yla hep aynı günü yaşamaktansa ‘X-Men’ tayfasıyla 70’lere gitmeye yeğlerim…

Yazarın Tüm Yazıları