Birtakım ‘işler’ güçler

‘Steve Jobs’, dijital dünyanın öncü karakterinin hayatından üç ayrı döneme odaklanırken, hırs ve ihtiras içinde yakın çevresindeki dostlarını ve eski iş arkadaşlarını teker teker kaybeden bir kişiliğin portresine soyunuyor. 

Haberin Devamı

Birtakım ‘işler’ güçler

 

Sinema, Steve Jobs’la hesaplaşmayı sürdürüyor. Dijital dünyanın bu öncü karakteri, 2011 yılında aramızdan ayrıldıktan sonra hikâyesi kurgusal anlamda ilk kez 2013 tarihli ‘JOBS’ filmiyle sinema salonlarına taşınmıştı. Joshua Michael Stern imzalı yapım yeterince tatminkâr bulunmamış olmalı ki, yaklaşık iki yıl sonra yeni bir filmle aynı kişiliğin hayatına yeniden uğruyoruz. ‘Steve Jobs’ adlı bu farklı çabada, ilk adıma göre daha derin ve tatminkâr bir yapıtla karşılaşıyoruz. ‘JOBS’, bir ‘televizyon filmi’ havasındaydı, ‘Steve Jobs’ ise sinematografik açıdan gayet olgun ve kayda değer bir çalışma. Bu durum, kuşkusuz kamera arkasında Danny Boyle gibi bir ismin, senaryoda da Aaron Sorkin gibi bir kalemin olmasının ifadesi.

Haberin Devamı

Ya işin konu boyutu? ‘JOBS’, 2001’de Steve Jobs’un kariyerindeki ‘başyapıt’larından ‘iPod’un tanıtım toplantısında başlıyor ve geriye, 1974 yılına giderek ele aldığı kişiliğin üniversite yıllarına uzanıyor, peşi sıra lineer bir şekilde 2001 yılına nasıl gelindiğini perdeye taşıyordu. Boyle imzalı ‘Steve Jobs’ ise üç ana bölümde ilerliyor; 1984’te Apple Macintosh’un, 1988’de NeXT Computer’ın ve 1998’de ‘iMac’in tanıtım toplantılarında... Bu üç büyük faaliyet, aslında Jobs’ın yakın ve uzak geçmişiyle olduğu kadar şimdiki zamanı ve geleceğiyle de hesaplaşmanın alanları oluyor. Bir zamanlar birlikte olduğu Chrisann Brennan, babasının Jobs olduğunu iddia ettiği minik Lisa’yla ilk toplantıya çıkıp geliyor. Genç kadın çok kötü şartlarda sürdürdüğü hayatı için para yardımı isterken eski iş arkadaşı Steve Kozniak’ın da tanıtım sırasında Jobs’ın, onu bu günlere taşıdığını iddia ettiği ‘Apple II’ takımının ismini anması yönünde bir isteği oluyor. Bütün bu oluşumun merkezindeki Jobs’ın isteği ise farklı; o Macintosh ekranı açıldığında, tıpkı ‘2001: Uzay Macerası’ filminin unutulmaz karakteri devasa bilgisayar HAL gibi ekrandan elektronik bir ses vasıtasıyla en azından ‘Merhaba’ denmesini istiyor. Öykü, zaman atlamalarıyla bu sarmal eşliğinde huzurumuza gelirken Jobs’ın çevresinde, Apple’ın eski CEO’su John Sculley dahil, eskiden güvendiği insanların birer birer eksildiğini görüyoruz. Onu ve ait olduğu cepheyi terk etmeyen tek isim var; pazarlama müdürü Joanna Hoffman... Tabii bu dönemde Lisa da büyüyor ve babasıyla olan ilişkilerinde gelgitler yaşıyor...

 

Haberin Devamı


Bir nevi ‘Macbeth’

 


‘JOBS’ ve ‘Steve Jobs’ aynı kişiliğin dönemeçlerine farklı tercihlerle ve zaman kesitleriyle yaklaşsa da söz konusu karakterin temel özelliklerinde buluşmak durumunda kalıyorlar elbet. Belki farkları şu; ‘JOBS’, daha net bir şekilde “Ne yazık ki böyle biriydi” diyor. ‘Steve Jobs’ ise “Ne yazık ki böyle biriydi ama bazen kalbi yumuşardı, özellikle kızı Lisa karşısında” demeye getiriyor. Aslında Walter Isaacson’ın biyografik kitabından uyarlanan senaryonun çağrışımları geniş bir yelpazede seyrediyor. Mesela Amerikalı eleştirmenler Boyle’un filminde hafiften ‘Citizen Kane’ esintisi bulmuşlar. Bense anlatılan karakteri ‘Shakespeare’yen buldum ve özellikle ihtirasları ve yükselme tutkusuylu ‘Macbeth’e benzettim; kim bilir buna belki de Jobs’ı canlandıran Michael Fassbender’i, yaklaşık iki hafta önce ‘Macbeth’ karakterinde izlemem neden olmuştur. Fassbender demişken, İngiliz oyuncu ‘Sakin Batı’, ‘Macbeth’ ve ‘Steve Jobs’ (ara not: Bu filmdeki rolüyle ‘Altın Küre’ye aday oldu) derken üst üste üç hafta üç farklı yapımla salonlarımıza uğruyor ve bu ‘Hat-trick’le sanırım tarihe geçiyor. Performanslar açısından Fassbender’in yanı sıra Kate Winslet de kendisini başlarda zor tanıyacağımız bir karakterde, Joanna Hoffman’da karşımıza gelirken gayet başarılı bir kompozisyon çiziyor. Keza Wozniak’ta Seth Rogen, John Sculley’de Jeff Daniels (ki Sorkin’in senaryosunu yazdığı TV dizisi ‘Newsroom’da da rol alıyordu) de gayet iyi oynuyorlar.
Jobs’ın evliliği ve bu birliktelikten doğan çocuklarının öyküye dahil edilmediği filmde, söz konusu kişiliğin hayatındaki son dönemler de yok. Boyle-Sorkin ortaklığı, bu dijital çağ öncüsünün daha çok hayatındaki kimi özel anlara ve o anlarda, yakın çevresiyle olan ve zaman zaman kırıcı boyutlara ulaşan çekişmelere odaklanmış. ‘Steve Jobs’, sinematografik açıdan doyurucu bir çalışma ve ele aldığı karakteri bu hale getiren kapitalizm zihniyetine de kimi fiskeler vuruyor. İlginçtir ‘JOBS’ da gençliğinde hippi gibi takılan ve bir ara yolu Hindistan’a kadar uzanan bir kişiliğin ileride benmerkezci ve kapitalist odaklı bir hırsın esiri olmasını gösteriyordu. Yani bir anlamda “İki film de Steve Jobs’taki ‘Macbeth’vari dönüşüme vurgu yapıyor” diyebiliriz.    

 

Haberin Devamı


STEVE JOBS
Yönetmen: Danny Boyle
Oyuncular: Michael Fassbender, Kate Winslet, Seth Rogen, Jeff Daniels, Michael Stuhlbarg, Katherine Waterston, Adam Shapiro ABD yapımı

 

DİĞER SEÇENEKLER

 

-Paul McGuigan’ın ‘Victor Frankenstein’ı Mary Shelley’in yapıtına farklı bir bakış açısı getiriyor.
-Peter Pan’ın bu yeni uyarlaması minikler için çok çekici bir film. Yönetmen Joe Wright, oyuncular Hugh Jackman, Rooney Mara.
-Genç öğretmenin atanmasının yapıldığı köy cinlerle doludur. Yerli gerilim filmlerinin bir yenisi olan ‘Azap’ı Dilek Keser ile Ulaş Güneş Kacargil birlikte yönetmiş.

 

 

Acılara tutunmak...

 

Birtakım ‘işler’ güçler

 

Özcan Alper imzalı ‘Rüzgârın Hatıraları’nın ana karakteri Aram bir Ermeni. Üstelik muhalif, üstelik komünist... Yani sistemin ‘iç ve dış mihrak’ olarak gördüğü bütün unsurların sanki ortak bileşkesi. Alper, senaryosunu da kendisinin kaleme aldığı bu yapıtında şair ve ressam Aram’ın öyküsünü anlatırken arka plana da ‘Ermeni meselesi’nin gölgesini güçlü bir şekilde aksettiriyor.
Öykü şöyle: Yıl 1943; İstanbul’da faşistlerin saldırısından son anda kurtulan Aram, çareyi Doğu Karadeniz üzerinden Sovyetler’e gitmekte görür. Lakin savaş ortamında bu iş o kadar da kolay değildir. Bir dağ köyünde, ‘Yoldaş’ Mikahil’in yanında kalıp sınırı geçmek için fırsat kollar. Bu süreçte bir yandan geçmişiyle hesaplaşır, bir yandan da evde kalan Rus asıllı Meryem’le aralarında bir yakınlaşma doğar.
‘Rüzgârın Hatıraları’, döneminin İstanbul’unun enfes bir şekilde tasvir edildiği bölümle açılıyor. Öykü Karadeniz’e taşındığında hafiften dağılmaya başlıyor. Finalinde ise Alper, dağıttığı her şeyi toplamayı başarıyor. Film, müzikleri, görüntüleri ve sanat yönetimiyle birinci sınıf... Keza oyunculuklar da gayet tatminkâr. Evet, öykü kimi yerde dağılıyor ama film özellikle dertleri ve tarihsel yaralara dokunmak bakımından son derece cesur ve de birçok okumaya açık. Özellikle imparatorluğun son döneminde zulme uğrayan bir halkın, rejim yıkılıp sistem cumhuriyete geçse bile makûs talihinden kaçamamasını gayet belirgin bir biçimde yansıtıyor. Aram’ın kişiliği ve yaşadıkları üzerinden Türkiye aydınının acılı serüvenini gözlemlemek mümkün. Ayrıca dönemin kaçakları üzerinden Roboski göndermesi de filmin hatırlattıkları arasında.
Sonuç olarak kayıtsız kalınamayacak bir çalışma ‘Rüzgârın Hatıraları’... 
 

Haberin Devamı

RÜZGÂRIN HATIRALARI

Yönetmen: Özcan Alper

Oyuncular: Onur Saylak, Mustafa Uğurlu, Sofya Khandamirova, Murat Daltaban, Ebru Özkan, Tuba Büyüküstün, Menderes Samancılar Türkiye yapımı

Yazarın Tüm Yazıları