Adeta ‘Kral Arthur ve de şövalyeleri’

Klasik bir iktidar hikâyesini çarpıcı bir görsellikle aktaran ‘Kralın Kılıcı: Final Fantasy XV’, bir bilgisayar oyunu uyarlaması. Film, öncelikle oyunun hayranlarına sesleniyor.

Haberin Devamı

001’deki ‘The Spirits Within’le aramıza buyur eden ‘Final Fantasy’ adlı bilgisayar oyunu serisi, bu kez ‘Kralın Kılıcı: Final Fantasy XV’ (‘Kingsglaive: Final Fantasy XV’) hamlesiyle yeniden huzurlarımızda. İlginç bir çabanın ifadesi niteliğindeki film, ‘hareket yakalama tekniği’yle çekilmiş bir animasyon. Önce konuyu özetleyelim: Fütüristik bir zaman diliminde iki ulus birbiriyle savaşmaktadır. Kutsal Kristal’in evi olan ve etrafındaki sihirli duvar sayesinde güvenliği sağlanan Lucis Krallığı, Niflhelm İmparatorluğu’nca sürekli tehdit edilir. Nihayetinde İmparatorluğun barış elini bir izdivaç dolayısıyla uzatmasıyla dengeler değişecektir. Lakin bu hamle bir tuzak mıdır, bu durumu çözmek ve gerekli önlemleri almak Lucis Kralı Regis’in emrinde, büyü gücüyle donatılmış Nyx Ulric ve seçilmiş askerlerden oluşan ‘Kingsglaive Birliği’ne düşer.

 

Haberin Devamı

Yönetmenliğini Takeshi Nozue’nin üstlendiği ‘Kingsglaive: Final Fantasy XV’, girişi itibariyle konuya hâkim olmayan seyirci için fazla çocuksu gelse de belli bir noktadan sonra içine girilen ve kendinizi kolayca kaptırabileceğiniz bir görsel serüven. Doğrusu hikâye boyutunda yeni bir şey yok ortada. Ben diyeyim ‘Yüzüklerin Efendisi’, siz deyin ‘Shakespeare’; bildiğimiz iktidar savaşı Niflhelm İmparatorluğu hem Lucis Krallığı’nın sihirli yüzüğünü hem de en önemli şehirleri niteliğindeki Insomnia’yı ele geçirmek istemektedir.

 

YERİ GELMİŞKEN ‘BLADE RUNNER’I DA ANALIM

 

‘Kingsglaive Birliği’ de bir nevi ‘Kral Arthur’un şövalyeleri’ Dolayısıyla film hikâyesinden çok görselliğiyle dikkat çekiyor. Yaratıcı ekip burada da tuhaf bir karışıma gitmiş; bir yandan hafiften ortaçağ mimarisi tadında devasa yapılar, öte yandan yollar ve şehir hayatı, bildiğimiz modern dünya... Gökyüzünde devasa gemiler cirit atarken yeryüzünde de günümüz tasarımlarından izler spor otomobiller... Nyx Ulric ve bir grup arkadaşının yemek için gittiği yerler de salaş Japon mekânlarını andırıyor (zaten şiş türü bir şey yiyorlar ve fonda Doğu ritimlerinin hâkim olduğu bir müzik çalıyor). Aslında genel konsept uzaktan uzağa ‘Blade Runner’ı da çağrıştırıyor (kimi yaratık tasarımları itibariyle de ‘Starship Troopers’ akla geliyor).

 

Haberin Devamı

Sözün özü hikâye düzleminde bildik ama görsel açıdan etkileyici bir çalışma olmuş ‘Kingsglaive: Final Fantasy XV’. Filmin seslendirme kadrosunda ise Aaron Paul, Lena Headey, Sean Bean, Adrian Bouchet, Andrea Tivadar, Edward Saxby gibi isimler var. Bu isimlerin seslendirdiği Nyx Ulric, Prenses Lunafreya, Kral Regis Lucis Caelum, Drautos, Crowe Altius, Ardyn Izunia gibi karakterlerin hareket yakalama tekniğiyle perdeye taşınan görüntülerini ise farklı oyuncular canlandırmış (bu arada Ardyn Uzinia, beden dili itibariyle ‘Karayip Korsanları’ndaki Jack Sparrow türü bir tipleme olmuş).

 

“Kuşkusuz oyunun müptelaları daha doğru bir değerlendirmede bulunacaktır” diyerek noktayı koyalım.

 

 

Haberin Devamı

‘OYUNLARLA YAŞAYANLAR’A...

SİNEMADA ‘EN İYİ BEŞ BİLGİSAYAR OYUNU UYARLAMASI’

 

 

-Warcraft (2016)
Yönetmen: Duncan Jones
Derinlikli konusu, iki cepheye (insanlar ve orklar) eşitlikli yaklaşımı ve görselliğiyle açık ara en iyisi.

 

-Resident Evil (2002)
Yönetmen: Paul W.B. Anderson
En çok ilgi gören seri, çünkü gelecek yılki final bölümüyle toplamda altı filme ulaşacak. Milla Jovovich’i de ‘takım içi yıldız’ olarak başarıyla kullandı.

 

-Silent Hill (2006)
Yönetmen: Christoph Gans
Çok başarılı olmasa da tekinsiz mekânlar, tuhaf diyarlara yolculuk türü ara duraklarıyla atmosfer bazında ilgi çekiciydi.

 

- Prince of Persia: The Sands of Time (2010)
Yönetmen: Mike Newell
Eğlenceli, kimi politik alt okumalara soyunan, bir tür ‘Sinbat’ tadı da veren ama özel efektleriyle bir noktadan sonra yoran bir çalışmaydı.

 

Haberin Devamı

- Lara Croft: Tomb Raider (2001)
Yönetmen: Simon West
Eğlenceli, hareketli, Angelina Jolie’nin de ana karaktere özel bir hava kattığı, bir tür ‘Indiana Jones’ esintileri eşliğindeki öyküsüyle ilgiye değer.

 

O ARTIK ŞEYTANSIZ AVUKAT!..

 

Malum, özellikle Amerikan sinemanın sevdiği mekânlardan biridir mahkeme salonları. Bir yanda zorlu bir dava, öte yanda bu davanın seyrini değiştirmek için çabalayan savunma cephesi; arada tanıklar ve ifadeleri, hâkimin babacanlığı ya da aksiliği derken (eski dönem örneklerinde, salonu serinleten dev bir pervane de vardır ve arada kamera ona odaklanır; ama artık bu işi klimalar görüyor!) biz de seyirci olarak koltuğumuzda bu hukuk gösterisinin parçası olur ve tıpkı öyküdeki jüri üyeleri gibi kendi içimizden bir karar veririz. Perdede kuyruk jeneriği göründüğünde de süreç boyunca ne kadar yanıldığımızın ya da haklı çıktığımızın hesabını yaparız

 

Haberin Devamı

Haftanın yenilerinden ‘Yüce Adalet’ (‘The Whole Truth’) işte bu sularda yüzen bir film. Önce öykü: Avukat Richard Ramsey, faili suçunu itiraf edilmiş bir dava için mahkeme salonundadır. Genç Mike, avukat babası Boone Lassiter’i öldürmüştür. Lassiter’lar, Richard’ın aile dostudur ve Boone, deneyimli avukatın meslekte önünü açan insanlardan biridir. Davadaki asıl hamle, sanık sandalyesindeki Mike’tan gelecektir.

 

İzlenen onca mahkeme filminden sonra günümüz seyircisi de kendi çapında iyi bir hukukçudur. Dolayısıyla bu kulvarın yapımları, jüriden önce onu ikna etmek zorundadır. Courtney Hunt’ın (ilk uzun metrajı, ‘Frozen River’ ne güzel filmdi bu arada) imzasını taşıyan ‘Yüce Adalet’ belli noktalara kadar hem ilgimizi çekiyor hem de esrarını koruyor ama final, doğrusu o ana kadar anlatılanları taşıyacak düzeyde değil. Ve asıl olarak davanın çıplak gerçeği olarak bize aktarılanlar ne mantıksal ne de hukuksal açıdan ikna edici değil. Bu durumda ‘adaletin aldatılabilirliği’ tezi de güme gidiyor.

 

Oyunculuklara gelince gençlik yıllarında ‘Şeytanın Avukatı’ (‘The Devil’s Advocate’) olarak görev yapan Keanu Reeves, Richard Ramsey rolünde artık deneyimli bir hukukçu olarak karşımızda. Dolayısıyla rolünün üstesinden kolaylıkla geliyor ama dediğim gibi, filmdeki asıl sorun onun değil öykünün inandırıcılığında.

 

BRİDGET JONES DEĞİŞMİŞ!

 

Cinayetin birinci elden tanığı konumundaki anne Loretta’da Renée Zellweger çok iyi ama geçirdiği kimi estetik operasyonların ardından onu yeni haliyle tanımak zor. Sanık Mike’ta genç oyuncu Gabriel Basso, çoğu kez mimikleri ve yüz ifadesiyle karakterini son derece gerçekçi kılıyor (filmdeki en iyi performanslardan biri de onunkisi).

 

Bu tür yapımların son iyi örneklerinden biri bizi Edward Norton’la tanıştıran ‘Primal Fear’dı dedikten sonra yönetmen Courtney Hunt’a da şöyle seslenelim: ‘Law&Order’ gibi bir hukuk dizisinde o kadar yönetmenlik yapmışsın ama iş uzun metraj alanına taşınınca, böylesi inandırıcı olmayan deliller ve karakterlerle nasıl salona gelmişsin, anlayamadım valla!..

 

DİĞER SEÇENEKLER

 

Haftanın mönüsünde yer alan diğer yapımlara gelince... Henry Joost ve Ariel Schulman’ın yönettiği ‘Viral’de Sofia Black Delia, Analeigh Tipton ve Travis Tope başrollerde. Haftanın yerli yapımı ‘Bol Şans’ı Gökhan Yılmaz yönetmiş, oynayanlar Selim Gülgören, Burçin Abdullah, Emir Benderlioğlu ve Sarp Bozkurt. Barbie’yi kozmik bir prenses olarak karşımıza getiren ‘Barbie: Uzay Macerası’nı ise Andrew Tan ve Michael Goguen ikilisi yönetmiş. 

Yazarın Tüm Yazıları