Türkçede felsefe

CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın, sırf dil devrimini eleştirmek amacıyla Türkçe hakkında yaptığı genellemeyi de, ona cevaben dil devrimi savunusu için ileri sürülen genellemeleri de en azından tek taraflı ve eksik buluyorum.

Haberin Devamı

Evvela, “Osmanlıca” denilen Türkçe türünde dilimizin bilim ve felsefe için çok yeterli olduğu sanısı yanlıştır, tarih romantizminin bir yansımasıdır. Nitekim modernleşme hareketleriyle birlikte dil meselesi de ortaya çıkmıştı.
Azot ve oksijen yerine ne diyecektik? Sosyoloji, psikoloji, trigonometri yerine ne diyecektik?
Fıkıhta bulunmayan ve ekonominin gelişmesiyle ortaya çıkan sigorta, poliçe ve ipotek gibi kelimeler için ne diyecektik? Hele modern tıp ve kimya terimleri?!

TERİM SORUNU

Osmanlı döneminde bu yüzden çok sıkıntı çekildi, “ıstılah”, yani “terim” sorunlarını çözmek, modern bilimlerdeki ve felsefedeki terimlerin karşılığını üretmek için komisyonlar kuruldu, lügatler yayınlandı, bir kargaşa dönemi de yaşandı.
“Oksijen”e “müvellidülmâ” deyince sorun çözülmüyordu!
“Psikoloji”ye Abdullah Cevdet “Pskolociya” dedi, Ziya Gökalp “ruhiyat” dedi...
Meşrutiyet devrinde Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı) bir “Istılahat-ı İlmiye Encümeni”, yani İlmi Terimler Komisyonu kurdu. Üyeleri arasında sosyolog Ziya Gökalp ve Aşk-ı Memnu yazarı Halid Ziya, matematikçi Salih Zeki gibi isimler vardır.

Haberin Devamı

ZİYA GÖKALP

Akademisyenler Ali Utku ve Erdoğan Erbay, sosyolog Ziya Gökalp’in bilinmeyen “Felsefe Dersleri” adlı büyük eserini 2006’da yayınladılar. İşgal yıllarında vatanseverler İngilizler tarafından Malta’ya sürüldüklerinde Ziya Gökalp’in orada verdiği konferanslardır. Dinleyiciler arasında kumandanlar, nazırlar ve üniversite hocaları vardı.
Gökalp’in toplam 900 sayfayı aşan bu kitabının yarısı Osmanlıca denilen orijinal Türkçesiyle, öbür yarısı bugünkü Türkçeyledir.
Türkçenin her iki dönemdeki kapasitesiyle “felsefe yapılabilir bir dil” olduğunu gösteren bir kanıttır bu eser.
Fakat Tanzimat öncesinin Osmanlıcasıyla böyle bir eser yazılamazdı.

DİLDE FAKİRLEŞME

Haberin Devamı

Dil devrimi konusuna gelince... Sadeleşme doğruydu, zaten Tanzimat’la başlamıştı. Fakat dil devrimi aşırıya gitti. Bende 1915 basımlı “Kamus-ı Osmani” var, yaklaşık 50 bin kelimedir. Dil Kurumu’nun 1946’da yayınladığı Latin harfli ilk sözlük ise 24.000 kelimedir! Türkçe kökenli olmayan kelimeleri atıyoruz diye dil fakirleştirilmişti.
Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı gibi Atatürk de dilde tasfiyeciliğin hata olduğunu ifade etmiş, vazgeçmişti. Kendisinin 1930’ların başındaki o anlaşılmaz uydurma kelimelerle dolu konuşmalarıyla 1936’dan sonra‘normal’ konuşmaları arasındaki fark, hatadan dönmenin belgeleridir.
Dilin gelişme aşamalarıyla ilgili sorunlardır bunlar. Latinceden milli dillere geçişte Batı tarihinde yaşanmıştı, bu çapta olmasa da.
Bugün Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde 92.000 kelime ya da söz vardır.

Haberin Devamı

DÜZEY SORUNU

Bir dilin zenginliği, kelimeleri ırk veya diniyle değil, çokluğuyla; nüansları ifade edebilecek derecede incelmiş, soyut kavramları içerecek kadar gelişmiş olmasıyla ölçülür.
“Elem, ıstırap, keder, hüzün” kelimelerini dil ırkçılığı yaparak atıp dili bir tek “acı”ya mahkûm etmek, fakirleştirmektir, kültürsüzlüktür.
Bir de düzey sorunu ve bilgi sorunu var. Ziya Gökalp “Felsefe Dersleri”nden mesela bilim ve felsefede son derece önemli olan “maddi muayyeniyetçilik” konusuna ve eleştirisine sayfalar ayırır.
Ne demek bu?
Kitabın sadeleştirilmiş bölümünde “fiziksel belirlenimcilik” deniliyor.
Yani determinizm!
Artık bu noktada dil değil, bilgi sorunu vardır.
Netice: Türkçe bugün kitabi ve akademik düzeyde zengin bir dildir. Dağarcığımızda bunun ne kadarı var? Asıl mesele budur.

Yazarın Tüm Yazıları