Laiklik

TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın ‘Laiklik yeni anayasada olmamalı’ diye konuşmasına birkaç yönden bakmak mümkündür.

Haberin Devamı

Evvela, sonradan tevil etse de sorumsuz bir beyandır. Şahsen öyle düşünebilir fakat TBMM Başkanı sıfatıyla konuşurken anayasanın dört temel ilkesinden hiçbirini dışlayamaz. Meclis Başkanı tarafsız ve birleştirici davranmak zorundadır. İkincisi ve daha önemlisi, Türkiye için laiklik ilkesinin vazgeçilemez olmasıdır. Hukukun laikleşmesi daha Osmanlı zamanına başlamıştı, gerekli olduğu için.


İKİ LAİKLİK
Bizde ve Fransa’da laikliğin çok otoriter uygulandığı travmatik dönemler oldu. Raymand Aron, Fransız laikliğinin “devlet dini” gibi algılandığını, Katolikliğin ise devlete hükmetmekten vazgeçmediğini, bu yüzden kavganın çok sert ve uzun sürdüğünü anlatır. Sonunda devlet demokratik özgürlükleri kabul etti, kilise siyasi hâkimiyet iddiasını bıraktı, Fransa normalleşti.

Bizde de benzer bir süreç gelişiyordu. TESEV’in araştırmalarına göre 1997 yılında “şeriata dayalı din devleti”ne evet diyenlerin oranı yüzde 26 idi. Şer’i cezalar sorulduğunda yüzde 10’un altına iniyordu fakat 28 Şubat’ın baskı döneminde kavram kulağa hoş geliyordu.

TESEV’in 2008 araştırmasında bu oran yüzde 26’dan yüzde 8’e düşmüştü!

Baskı kalktıkça laik devlet daha fazla benimseniyordu... Kahraman’ın sözleri bu gidişin aksine yeniden kutuplaşmayı körükledi maalesef.


PAKİSTAN ÖRNEĞİ
TESEV’in daha ileri tarihlerde araştırması yok. Fakat günümüzde “sekülerleşme” bile yaşanmaktadır. Diyanet’in 2014 araştırmasına göre, dindarların yüzde 61’i “İslam’ı özgürce yaşamanın laiklikten geçtiğini” belirtiyor.

Gerçekten dindar bir Müslümanın, hatta İslamcı bir düşünürün özgürce yaşayabileceği düzen demokratik, laik hukuk devletidir.

Pakistan’da solcu Başbakan Zülfikar Ali Butto’ya karşı 1977’de darbe yapan İslamcı General Ziya ül Hak dönemi çok değerli bir ‘laboratuvar’dır:

Pakistan’ın tek tutkalı İslam olduğu için ordu da halk da İslam kanunları sloganını benimsemişti. Buna başlanınca mezhep, tarikat ve içtihat farklarından büyük kavgalar çıktı, çalışmalar askıya alındı.

Bu konuda Pakistanlı hukukçu Mohammad Amin’in “Islamization of Laws in Pakistan” (Lahor 1989) adlı eserini herkese, özellikle de samimi İslamcılara önemle tavsiye ederim.


ALİ FUAT BAŞGİL
Muhafazakârlara merhum hocamız Ali Fuat Başgil’in “Din ve Laiklik” adlı mükemmel kitabını hatırlatmak istiyorum. Devletin ve hukukun daha II. Mahmud zamanında laikleşmeye başladığını, Cumhuriyet’te bunun hızlandığını belirten Başgil şöyle yazıyor:

“Türkiye’yi bu yoldan çevirmek ve devlet hayatını yeniden diniyat (din kuralları) çerçevesinin içine sokmak kimsenin elinde ve iktidarında değildir. Dereleri yokuş yukarı akıtamayız; sadece yolları açıp akışlarını düzeltebiliriz...”

Osmanlı döneminde hukukun en yüksek derecede laikleştirildiği dönem Abdülhamid dönemiydi! Benim “Türkiye’nin Hukuk Serüveni” adlı kitabımda bu konu ayrıntılı olarak anlatılır. Osmanlı’nın niye hukuk sistemini laikleştirme yoluna gittiğini araştırmadan içinde yaşadığımız modern dünya anlaşılamaz; başka bir dünyanın, Ortadoğu’nun devleti oluruz, Allah korusun.

Dinin devlet gücüyle donanmasının dine de zarar verdiğini merhum Başgil şöyle anlatıyor:

“Memurlaşan, üniforma ve saltanat sevdasına kapılan din adamlarının ilmi ve ahlaki kıymeti düşmüş ve gözlerini şahsi menfaat duyguları bürümüştü... Diyanet (dini değerler) siyasete kurban edilmiştir.”

Başgil taassubun siyasi kaynaklarını da anlatır, siyaset dışı samimi dindarlığı savunur.

Netice: Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir; birini kaldırın, bu coğrafyada yaşayamayız.

Yazarın Tüm Yazıları