Kimin yargısı?

CEMAAT’in yüksek yargıdaki etkisi 2011 yılında konuşulmaya başlandı.

Haberin Devamı

O zaman yüksek yargıya seçilmek için “birinci sınıf hâkim” olmak yetiyor, kıdem ve yaş gibi ölçüler aranmıyordu.
2011’de HSYK’nın yaptığı atamalarda 40 yaşındaki yargıçlar bile Yargıtay’a, Danıştay’a üye seçilmişti. Bunların bir kısmının cemaate yakın olduğu düşünülüyordu.
Bunu engellemek için iktidar 27 Haziran 2013’te bir kanun çıkardı: Artık “yirmi yıl” hâkimlik ve savcılık yapmamış olanlar Yargıtay’a seçilemeyecekti. Danıştay’a seçilmek için de yine aynı şekilde “yirmi yıl hizmet” şartı aranacaktı.
Cemaat’le ilişkili hâkim ve savcıların genelde genç olduğu, 20 yılı doldurmadıkları düşünülüyor, artık Yargıtay ve Danıştay’a daha tecrübeli, olgunlaşmış hukukçuların seçilmesi öngörülüyordu.
Siz olsanız bu “yirmi yıl” şartının getirilmesine ne derdiniz?

Haberin Devamı

‘KIDEM’ İLKESİ

Ben doğru demiştim, “yirmi yıl” şartının getirilmesini desteklemiştim. Şöyle yazmıştım: “Yargıtay ve Danıştay’a üye seçilmek için 20 yıl hizmet şartı getirilmesi isabetlidir. Cemaat’in veya iktidarın lehine ya da aleyhine diye değil, ‘kıdem’ olarak düşünüyorum.” (Hürriyet, 12 Temmuz 2013)
Evet, “kıdem” objektif bir ölçüdür. Yüksek yargıya seçilmek için ciddi bir bilgi ve tecrübe birikimi aramak doğru bir ölçüdür.
Konuya kimin lehine veya aleyhine olur diye değil, böyle objektif kıstaslar açısından bakmak gerekirdi.
Fakat ne oldu biliyor musunuz? Dün Komisyon’dan geçen metinde “yirmi yıl” şartı, “on yedi yıl”a indirildi!..

NİYE 17 YIL?

Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri Adnan Boynukara, dün gönderdiği bilgi notunda HYSK’nın “daireler arasındaki iş dağılımına” ilişkin yetkisinin Yargıtay değil, istinaf (bölge) ve ilk derece ceza mahkemeleri için söz konusu olduğunu belirtti. İyi bir gelişme, fakat “yapboz” tablosunu değiştirmiyor. Şubat 2014’ten beri yargıyla ilgili olarak çıkarılan bütün kanunların, yapılan bütün yönetmelik değişikliklerinin hep “yürütmeyle uyumlu yargı” amacına yönelik olmasının yarattığı kaygıları da gidermiyor.
Asıl bu kaygıların giderilmesi gerekir. Fakat...
Yüksek yargıya üye seçiminde, “yirmi yıl hizmet” şartının Kasım 2014’te ve HSYK seçimlerinin ardından, “on yedi yıl”a indirilmesi bu kaygıyı azaltmaz, arttırır.
Öyle ya, niye dün doğru bir tavırla “yirmi hizmet yılı”, bugün sürpriz bir kararla niye “on yedi hizmet yılı?”
Dün birilerini engellemek, bugün birilerini atamak için mi?
Niye dün “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe”, niye bugün “makul şüphe?”
Dün bazı soruşturmaları engellemek, bugün bazı soruşturmaların yolunu açmak için mi?
Bu, “yapboz” tablosu değil de nedir? Halbuki yargı şunun bunun değil, evrensel hukukun yargısı olmalıdır.

Haberin Devamı


EN ÜSTÜN İLKE

Halbuki hukukun evrensel ilkelerinden biri, “kanunların genel, objektif ve istikrarlı” olması, işlevi itibarıyla da “kamu yararına uygun” bulunmasıdır!
Hükümet bir taraftan yakında istinaf (bölge) mahkemelerinin kurulacağını, böylece iş yükü azalacak olan Yargıtay’ın az kadrolu ve tecrübeli hâkimlerden oluşan bir “içtihat mahkemesi” haline geleceğini belirtiyor; çok doğru bir hedeftir bu...
Fakat öbür taraftan Yargıtay’a 128, Danıştay’a 39 yeni üye atayarak ve tecrübeyi de “on yedi yıl”a indirerek kadroları şişiriyor!
Hazin olan, bu kanunlarda hukukçuların imzasının bulunmasıdır!
Şunu, altını bin defa çizerek vurgulamak isterim: Devlet idaresinde hukuku bütün siyasi görüşlerin, ideolojilerin üstünde tutmadıkça, ülkede “hukukun üstünlüğü” kurulamaz, yargıya güven sağlanamaz.

Yazarın Tüm Yazıları