Biraz oksijen

SİYASETİN böylesine seviye kaybettiği Türkiye’de herhalde ara sıra bilimden, akademik kaliteden bahsederek soluk almaya ihtiyacımız var.

Haberin Devamı

Dün Kadir Has Üniversitesi’nin sosyal bilimler alanındaki ödül törenini izlerken, kendimi havasızlıktan bunalıp da temiz havaya kavuşmuş gibi hissettim. Sosyal bilimler alanında “Üstün Başarı Ödülü”nü Şerif Mardin, “Gelecek Vaat Eden Bilim İnsanı” ödülünü de Doç. Dr. Şener Aktürk aldılar.
Genç Şener Aktürk’ü kutluyorum. Sadece kariyerindeki başarılarını değil, bilim heyecanını büyük takdirle izledim. Max Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı başeserini 40 yaşında yazdığına, Huntington’ın “Asker ve Devlet” adlı klasikleşmiş kitabını 30 yaşında yazdığına dikkat çekti. “Bilim için bir insan hayatı çok kısa” diyerek nasıl bir heyecanla kendini bilime vakfettiğini ortaya koydu. Aktürk’ün “Joseph Rochild Ödülü”nü de kazandığını, “Almanya, Rusya ve Türkiye’de Etnisite Rejimleri ve Milliyet” adlı kitabının dilimizde de yayınlandığını belirteyim.

Haberin Devamı

ŞERİF MARDİN’İ DİNLEMEK


Şerif Hoca’yı dinlemek başlı başına bir zihin ziyafetidir. En önemlisi de ondan “sosyal bilimlerde metot” sorunsalını dinlemektir. Ödül törenindeki konuşmasında Türkiye’de derslerde siyasi düşünceler tarihi anlatılırken yapılan hatayı vurguladı: Eflatun şöyle dedi, Aristo, Machievelli, John Locke böyle dedi... Bu düşüncelerin nasıl oluştuğu ve zamana göre nasıl değiştiği araştırılmadan, ezbere dayalı kuru bilgi aktarımı...
Halbuki olaylar gibi düşünceler de “bağlam”ı gösterilerek anlatılmalıdır.
Şerif Hoca, bu “bağlam” meselesini liberalizmin kurucu filozoflarından John Locke örneğinde şöyle anlattı:
“John Locke masa başında oturup, hayal kurarak veya ilham gelerek, soyut olarak fikirlerini yazmadı. Fikirlerini yaşadığı somut hayattan, özellikle muhalefetteki tecrübelerinden çıkararak yazdı!”
17. yüzyılda John Locke, mutlakiyete muhaliftir. Şerif Hoca bunu özellikle vurguladı. Locke siyasi tecrübesiyle görmüştür ki, iktidarın gücünü sınırlamadan özgürlük gelişmez. Peki iktidar nasıl sınırlanır? Kuvvetler ayrılığı ve iktidarın dokunamayacağı “tabii haklar” fikriyle...
Locke’un fikirleri, mutlak iktidarı savunan aristokratik Sir Robert Filmer’in fikirlerine karşı gelişti. Robert Filmer, “Tanrı adına mutlakiyet”i savunuyordu, Locke “Tanrı adına hürriyet”i savundu.

Haberin Devamı


İKİ ZIT YORUM


Şunu da ben belirteyim: Dinin mutlakiyet yönünde de özgürlük yönünde de yorumlanabileceğine bir örnektir bu. İslam’ın ilk asırlarında da bu zihin açıcı tartışmalar olmuş fakat Muaviye ile başlayan ve gittikçe derinleşen mutlakiyet asırlarında o tartışmalar unutulmuş, siyasi otoriteye “itaat” kutsanmıştır.
Modern çağda da “bilim ve akıl” gerekçesine dayalı totaliter teoriler ve rejimler görüldü. Akıl ve bilimden hareketle özgürlük fikrine dayalı demokrasiler gelişti. Aralarındaki rekabeti özgürlükçü demokrasi kazandı.
Şiddet içermeyen her fikir serbest olmalı, kendini hayat içinde deneyebilmelidir.
Hoca’nın metodu açısından baktığımızda, Meşrutiyet’ten bu yana, güç eldeyken “itaat”i, ama muhalefetteyken “özgürlüğü” savunmak bizde de genel bir eğilimdir. Meşrutiyet ve Cumhuriyet’te bunu gördüğümüz gibi, AKP’nin özgürlükçü kuruluş bildirisine, program ve tüzüğüne; bir de iktidar süresi uzadıkça ortaya çıkan otoriter tavırlarına bir bakın isterseniz.
Fakat genel gidişte özgürlük fikri güçlenmektedir. Henüz Locke’larını çıkaramadı ama eminim genç nesilde gelmekte olan Locke’lar, Hayek’ler var.

Yazarın Tüm Yazıları