Efsaneler gittikçe eksiliyoruz!

Yaşar Kemal’in acısı sebep oldu. Zeki Müren’i, Müzeyyen Senar’ı, Metin Oktay’ı hatırladık. Bir insanın nasıl efsane olduğuna kafa yorduk. Elimize “Başarı, dik duruş, vakar ve tevazu” gibi olmazsa olmaz kriterler geldi.

Haberin Devamı

BU satırları yazdığımız Pazartesi günü, yani dün, kahırlı bir gündü. Dünya edebiyatının çınarı, Ağrı Dağı heybetindeki Yaşar Kemal toprağa verildi.
Hayatiyetini kaybetmiş bir bedeni toprağa verebilirsin ama efsaneyi veremezsin. Cenaze törenine katılan binlerce kişinin Teşvikiye Camii’nde ve Zincirlikuyu Kabristanı’nda hissettiği gibi, o efsane dimdik ayaktaydı.
Bir önceki geceyi uykusuz geçirdim.
Yaşar Kemal’in naaşı, ebedi uykusuna, hayatını kaybettiği Çapa Hastanesi’nde hazırlanacaktı. Koca Usta’yı daha sonra oradan alıp, camiye götürecektik.

Bütün gece uyuyamayıp, düşünüp durdum. Bir gün sonraki yazıyı düşünürken kafamın içinde başlayan kovalamaca ara ara futbola kaydı, oradan kitap sayfalarının arasına geçti. Sonra efsaneleri hatırlattı, onların bıraktığı izleri düşündürdü.
O efsanelerin hayatlarımızda bıraktığı izler beni yine başa döndürdü.
Bir Yaşar Kemal’in, bir efsanenin ölümü, onları uzaktan tanısak bile, niye içimizi bu denli acıtır?
Bir Metin Oktay elim bir kaza sonucu bir yaz sabahı hayata gözlerini kapadığında da bunları hissetmiştik. Bir Zeki Müren ekranda vereceği konsere hazırlanırken sekte-i kalpten öldüğünde de.

Haberin Devamı

EFSANELER ÖLMESE..

ÇOCUKLUKTAN itibaren karıştığımız sosyal hayatın önemli figürleri, uzaktan taşısak bile hep bizimle oluyor. Onlarla birlikte büyüyoruz, çoluğa çocuğa karışıyoruz, yaşlanıyoruz.
Bir Yaşar Kemal, bir Zeki Müren, bir Metin Oktay, bir Müzeyyen Senar uzağımızda bile olsalar; hayatın bir yerinde varlarsa, bizim nefes alıp verdiğimiz atmosferden onlar da kendi paylarına düşen soluğu alıyorlarsa bu bilmek dahi bizi rahatlatıyor.
Yaşayan efsanelerin hayattaki varlığı, bizi koruyan birer anne kuşun kanatları sanki. İçimiz rahat oluyor.
Onlardan biri eksildiğinde, alıştığımız bir isim bizi terk edip gittiğinde bu canımızı acıtıyor. Şair bu alışkanlığı iyi tarif etmiş.
“Öldük ölümden bir şey umarak. / Büyük bir boşlukta çözüldü büyü. / Dal yeşili, gök mavisi, kuş tüyü. / Alıştığımız bir şeydi yaşamak.”

HAYATTA iz bırakan insanlar iki türlü efsane olu-yor. Ya yaşarken insanlar bir efsane ile birlikte soluk alıp verdiklerini fark ediyorlar. Yahut öldükten sonra onları, havarileri efsane yapıyor.
Sinemada, sahnede, müzikte, edebiyatta veya sporun en popüler dalı futbolda “efsaneliğe giden yollar” aynı kapıya, ancak “farklı insanların” altından geçebildiği kapıya çıkıyor.
Bakmayın siz kendilerine “efsane süsü veren” futbolculara. Veya onları “efsane ilân eden” yandaşlarının gayretine. Öyleleri adına “Halkla İlişkiler” denen yeni bir sosyal bilimin türevleri olarak bir eyyam gündemde kalırlar, sonra üzerleri çizilir giderler.

Haberin Devamı

METİN VE ÖBÜRLERİ

PARMAK hesabıyla sayacağım kadar az maçını izlediğim Metin Oktay efsaneydi. Avrupa’nın futbol kurumlarından tescilli “Altın Ayakkabısı” yoktu ama isminin geçtiği yerlerde hala yürekleri titretiyor.
Büyük gazeteci, benim de ustalığımı yapmış olan Tevfik Yener’in “Hayat, Aşk, Ekmek ve İstanbul” adlı harika kitabında Metin Oktay’ın hikâyesi ne güzel anlatılır.
İzmir’den gelen ilkokulu terk çocuğu Beşiktaş hiç beğenmez. Fenerbahçe onun fiyatını beş yüz lira pahalı bulur ve Metin Oktay, üçüncü alternatifi olan Galatasaray’ın eline kalır.
Tevfik Yener’in anlattığı gibi, Galatasaray Türkiye’nin futbolda en eski markasıdır ama İstanbul’daki taraftar sayısı bir tribün doldurmaya yetmez.
Hani şimdi stadyumlarda misafir takımlar için ayrılan yerler var ya! Ellili yılların Galatasaray’ı kelle hesabı ile o kadarcıktır.
Metin geldikten sonra Turgaylı, Suatlı, Kadrili, İsfendiyarlı takım, özel bir dalga yakalar ve onun üzerinde sörf yapar. Bugünkü seyirci kapasitesine ulaşır.
Milyonlarca Galatasaray taraftarı hiç görmedikleri Metin Oktay’ı futbolculuğundaki günlerden daha fazla seviyorsa sebebi üzerine de biraz kafa yormalı.
Gerçek efsanelerden hangisini seçerseniz seçin.
Diğerlerinden farklı bir kişilik, fevkaladelik çıkar karşınıza. Başarıyla birlikte ağır bir duruş, gerçek bir vakar, yüzde yüz dürüstlük.
Elbette inanılmaz da bir tevazu.

Metin Oktay gollerini attıktan sonra deli gibi koşup bayrak direklerine tekme atmaz, karnını futbol topuyla şişirip hamilelik tatbikatı yapmaz, seyirciyi parmakla susturmaz, başparmağını şımarık bir bebek gibi emmezdi.
En fazla bir iki adım koşup zıplar, sonra kendini toplar, sağ elini kalbinin üzerinde tutarak santraya giderdi. Kalbinin üzerinde duran eliyle kendini alkışlayan taraftarına teşekkür etmiş olurdu.
Futbolumuzun yaşayan son efsanesi Can Bartu da aynı vakara sahipti.
Ben sululuğu, cıvıklığı, maçtan önce en saçma gol sevinci bulacağız diye kafa patlatanları şu son demlerde gördüm.
Cıvıklıklarına, futbol sahtekârlığı da katıyorlardı.
Rakibin eli kazara yüzlerine gelmesin. Kurşun yemişçe-sine yerde kıvranmak onları utandırmıyor ama gerçek efsaneleri seyretmiş olanların yüzünü kızartıyor. Gözlerimizi ekrandan kaçırıyoruz.
Bizler için artık ne yeni bir Yaşar Kemal gelir, ne de yeni bir Metin Oktay veya Zeki Müren.
Kayan yıldızları görmek umuduyla gözümüzü gece-
lere dikeceğiz. Sönüp yanan bir yıldızı, hayatımızdan kayıp giden efsanelerden birinin yerine koyup, geceye el sallayacağız.

Yazarın Tüm Yazıları