Erdoğan herkesin cumhurbaşkanı olabilir mi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı dünkü hitabı, pek çok yönüyle salı günkü grup konuşmalarından farklı değildi.

Haberin Devamı

Erdoğan’ın konuşmasının giriş bölümünde son zamanlardaki bazı favori temalarını tekrarlaması bu çerçevede şaşırtıcı olmadı. Örneğin, “evine ayakkabısını çıkararak girenlere ‘gerici’ diyenler” e kızdı, “iki yüz yıldır bizi tarihimizden koparmak isteyenler”e yine her zamanki sert ifadeleriyle yüklendi.
Bunu, Erdoğan’ın cumhurbaşkanının ilk kez halk oyuyla seçilecek olmasına yüklediği tarihsel ve siyasi anlam üzerine getirdiği formülasyonlar izledi. Yeni dönemde sıkça karşımıza çıkacağı anlaşılan bu tezin üzerinde kısaca durmamız gerekiyor.


* * *

Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı makamının 1960 darbesi sonrası dönemde bir vesayet kurumu olarak tasarlandığını, bu seçimle durumun değişeceği tezini öne sürüyor.
Başbakan, dün bu görüşünü kayda geçirirken “10 Ağustos’ta cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile aynı zamanda kara bir dönem, vesayetler dönemi de kapanmış olacaktır” ifadesini de kullandı.
Bu bakışın darbe dönemlerine ilişkin doğru kabulleri olmakla birlikte, tartışmalı bir dizi problemli yönü de var. Bunlardan birincisi, Erdoğan’ın bu söylemiyle TBMM’de yapılmış olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kategorik olarak tümünün meşruiyetini sorgulayan bir çizgiye gelmiş olmasıdır. Doğrudan halk tarafından değil de halkın seçtiği parlamento tarafından seçilmiş olması, bir cumhurbaşkanının meşruiyetini gölgeleyen bir durum mudur? Bu önermeden yola çıkmak, TBMM’nin meşruiyetine de gölge düşürmüyor mu?
Kaldı ki, demokrasilerin ‘Cumhurbaşkanları muhakkak halk tarafından seçilmelidir’ diye evrensel bir kuralı, uygulaması da yok. Parlamenter demokrasiyle yönetilen bir dizi Avrupa ülkesinde cumhurbaşkanlarının parlamentolar tarafından seçildiğini görüyoruz.


* * *

Haberin Devamı


Ayrıca Erdoğan’ın “kara dönem” gibi nitelemelere başvururken ülkenin en yüksek makamında şerefle görev yapmış bugün hayatta olan-olmayan tarihi şahsiyetlere de haksızlık yaptığını düşünüyoruz. Ayrıca, bir cumhurbaşkanı adayının Çankaya Köşkü’ne kendisinden önceki neredeyse bütün bir dönemi karalayarak, hesaplaşma duyguları içinde yol almasını da doğru bulmuyoruz.
Başbakan’ın bu söyleminin gerisinde önemli bir taktik amacın yattığını da düşünebiliriz. Halk oyuyla seçilmenin meşruiyetini kuvvetli bir şekilde vurgulayarak, -seçildiği takdirde- Cumhurbaşkanlığı makamındaki sınırlı yürütme yetkilerini geniş bir şekilde tefsir edebilmenin, buradaki kısıtları esnetebilmenin zeminini şimdiden oluşturmaya çalışıyor Başbakan Erdoğan.
Ancak Köşk’e ne kadar bir farklı üslup ve dinamizm getirirse getirsin, Erdoğan, son tahlilde cumhurbaşkanı olarak yalnızca ve yalnızca Anayasa’da kendisine tanınmış olan yetkileri kullanmak durumundadır.


* * *

Haberin Devamı


Erdoğan’ın dünkü konuşmasının bir başka önemli yönü, Çankaya Köşkü’ne çıkmaya hazırlanırken cumhurbaşkanı olmanın gerekleriyle çatışmacı kişiliğinin baskın dürtüleri arasındaki çelişkiyi açıkça dışavurmasıydı. Bu haliyle, aslında dün karşımızda iki ayrı Recep Tayyip Erdoğan bulduk.
Birincisi, yakından tanıdığımız kendi tabanını bir arada tutmak üzere yine mağduriyet temasına başvuran, Türkiye’nin uzak ve yakın tarihiyle hesaplaşma içinde olan, başında bulunduğu siyasi yapıyı “milletin partisi” olarak gören, her zamanki kutuplaştırıcı, çatışmacı çizgisiyle tanıdığımız Erdoğan.
İkincisi, bu “millet” algısına dahil olmayan kesimlere ılımlı, barışçı mesajlar gönderen, “Bize oy versin ya da vermesin herkesin cumhurbaşkanı olacağımdan kimsenin endişesi olmasın” diye güvenceler veren mutedil çizgideki ikinci Erdoğan.


* * *

Haberin Devamı


Galiba konuşmasının en çok akıllarda kalacak bölümlerinden biri bu güvenceyle ilgili sözleri olacaktır. Ancak tam bu noktada bir inandırıcılık sorunu yaşadığını artık Başbakan’ın kendisi de kabullenmek durumundadır.
Erdoğan’ı geçmişte muhtelif balkon konuşmaları yapmasına karşılık, sonradan bu mesajların gerektirdiği kapsayıcılığı, hoşgörüyü bir tarafa bırakıp, kolaylıkla kavgacı çizgisine kayan bir siyasetçi olarak tanıyoruz. Dolayısıyla Erdoğan’ın “balkondan odaya dönme” diye tanımlayabileceğimiz bu davranış kalıbını Köşk’e çıktıktan sonra tekrarlamayacağının güvencesi yoktur.
Burada bıraktığımız şüphe payını pek çok örnekle gerekçelendirebiliriz. Erdoğan, dünkü konuşmasının bir yerinde ne kadar kucaklayıcı olduğunu göstermek için “Alevi’nin sorunlarını da kendimize dert edindik” dedi. Alevi dosyasının son 11 yıllık seyrini bilmeyenler Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde bu sorunlarda büyük atılımlar yapıldığını zannedebilirler. Oysa CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğinin 2011 seçiminde miting meydanlarında yuhalanmasını Erdoğan’ın nasıl teşvik ettiği belleklerden silinmemiştir.
Demek istediğimiz, Erdoğan’ın “Herkesin Cumhurbaşkanı” olabilmesi için yalnızca kürsüde bu doğrultuda kuvvetli konuşmalar yapması yetmeyecektir.

Yazarın Tüm Yazıları