Balyoz hukuksuzluğu hukuk duvarına çarptı

BALYOZ dosyası 20 Ocak 2010 tarihinde Taraf gazetesinin “Fatih Camisi bombalanacaktı” manşetiyle hayatımıza girdi ve geçen yaklaşık dört buçuk yıllık süre içinde Türkiye’nin en tartışmalı gündem maddelerinden birini oluşturdu.

Haberin Devamı

Bu davada 360 dolayında emekli ya da muvazzaf subay ve astsubay yargılandı. Sanıkların büyük çoğunluğu -emekli kuvvet komutanları da dahil olmak üzere- üst ve orta kademe kurmay subaylardı. Muvazzaf olanların önemli bir bölümünün kariyerleri ya sona erdi ya da altüst oldu. Tutuklu askerlerin aileleri büyük acılar yaşadı, çocukları babalarını yıllarca yalnızca cezaevinde görebildiler.

* * *

Başlangıcından itibaren dava dosyasında çok ciddi tutarsızlıklar, çelişkiler ortaya çıktı. Bu çelişkilerin ortaya konmasına, özellikle dijital delillerin çoğunun sahteliğinin matematik kesinlik içinde kanıtlanmasına rağmen, ülkeye hâkim olan “zamanın ruhu” aslında zeki bir ilkokul öğrencisinin bile basit mantıkla yakalayacağı bu tutarsızlıkları görmedi, görmek istemedi.
Balyoz davasının arkasındaki “itici güç”ün Gülen cemaati olduğu Türkiye’nin açık sırrıydı. İlginçtir ki, o tarihte cemaat ile mutlu bir izdivaç yaşamakta olan AK Parti hükümeti de iddianamede ortaya konan anlatıya tümüyle itibar etti. Bu dava askeri geriletmeye dönük niyetleri açısından hükümetin işine de geldi. Ayrıca, ülkenin “liberal-demokrat” kanaat önderlerinin çoğu geniş ölçüde savcıların iddialarına destek çıktı, delillerle ilgili sorunları dinlemek bile istemedi.
Düşündürücüdür ki, başlangıçta davaya destek çıkan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, özellikle cemaat ile ölümcül bir kavgaya girdikten sonra Balyoz davası için “Katakulli” diyecek, cemaati suçlayarak “Bu davalarda haksızlığa uğrayan insanlar var” diye konuşacaktı.

* * *

Haberin Devamı

Özel yetkili mahkemedeki yargılama süreci bariz hukuk faulleriyle yürütüldü. Mahkemede delil değerlendirme aşaması bile atlandı. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun açık hükümlerine rağmen savunmanın talep ettiği tanıkların dinlenmesine onay verilmedi.
Daha vahimi, savunmanın dijital delilleri ciddi bir şekilde çürütmesine karşılık mahkemenin buna hiçbir şekilde itibar etmemesiydi.
Örneğin, iddianamenin omurgasını 2003 yılında hazırlandığı ve darbe planlarını içerdiği öne sürülen 11 numaralı CD oluşturuyordu. Ama bu CD’nin içinden hukuken 2006, 2007 ve 2008 yıllarında kurulmuş tüzelkişiliklere ilişkin veriler çıktı. O zaman iddianamenin bu CD’nin 2003 yılında hazırlandığı kabulü boşlukta kalıyor, suçlamaların dayanağı düşüyordu.
Böyle bir çelişki Batı’da objektif hukuk ölçüleri içinde hareket eden herhangi bir mahkeme için davanın düşme nedenidir. Türkiye’deki özel yetkili mahkeme sisteminde ise delillerin bu tür defolarla sakatlanması bir mesele oluşturmadı. Mahkeme, bu sakatlıkları belgeleyen sayısız bilirkişi raporunu da değerlendirmeye almadı ve 21 Eylül 2012 tarihinde 365 sanıktan 330’u hakkında hapis cezası verdi.
Dikkatlerden kaçan düşündürücü bir nokta daha var. Balyoz savcılarının sanıkların lehine olan bazı delilleri adli emanete kaldırarak yargı sürecinden sakladıklarının ortaya çıkmasına rağmen, yapılan başvurulara karşısında HSYK bu skandalın üstünü örtmüştür. HSYK, bu anlamda özel yetkili mahkemeyle “ruh birliği” içinde davranmıştır.

* * *

Haberin Devamı

Ardından bir yıla yakın bir süre Yargıtay’daki temyiz aşamasında geçmiştir. Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, 9 Ekim 2013 tarihinde oybirliği ile 237 sanık hakkındaki mahkûmiyet kararlarını onaylamış, 61’ini beraat ettirmiş ve 63’ü hakkında suç fiillerini farklı bir suç kategorisinde değerlendirerek mahkûmiyeti bozma kararı vermiştir.
Yargıtay’ın bu kararında hangi kriterlerle hareket ettiği Türkiye’de hukuk tarihinin en büyük muammalarından biri olarak kalacaktır. Çünkü aynı kategorideki dijital deliller sanıkların çoğunda mahkûmiyet için yeterli görülürken, bazı sanıklar için beraat nedeni oluşturmuş, bazı sanıklar için “bozma” kararına dayanak oluşturmuştur.
Başka gariplikler de var. Yargıtay’ın mahkûmiyetlerini bozduğu 63 sanıktan 60’ının karacı sınıfından ve çoğunluğunun da muvazzaf subaylar olduğunu görüyoruz. Yargıtay, buna karşılık havacı sanıklar hakkındaki mahkûmiyetlerinin tümünü, denizcilerde de büyük çoğunluğunu onamıştır.
Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri “şüpheden sanığın yararlanacağını” belirtir. Delillerle ilgili olarak ortaya konan bütün tutarsızlıklara, çelişkilere rağmen Yargıtay hukukun bu çok temel ilkesini hayata geçirmemiştir.
Sonuçta Anayasa Mahkemesi (AYM), önceki gün aldığı bir kararla adil bir yargılamanın yapılmadığına hükmetmiştir. Önem taşıyan noktalardan biri, kararın mahkemenin 17 üyesinin tümünün imzasıyla çıkmış olmasıdır. Mahkeme, böylelikle 5 Haziran 2014 tarihindeki YouTube kararından sonra ikinci kez genel kurul düzeyinde karar almış olmaktadır. Kuşkusuz buradaki oybirliği, kararın ağırlığını arttırmaktadır.
Balyoz’un geçen dört buçuk yıllık serüveni, asgari hukuk ölçülerinin bile işlemediği bir büyük hukuksuzluğun öyküsüdür aslında. AYM, bu hukuk zulmüne dur demiştir.

Yazarın Tüm Yazıları