Adil bir seçim olmadı, ancak...

Evet, adil bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olmadı; pek çok açıdan...

Haberin Devamı

Öncelikle, adaylardan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olarak bulunduğu konumun kendisine sağladığı bütün devlet olanaklarından en geniş şekilde yararlanmakta hiçbir beis görmedi.
Örneğin, harcamaları Türk vergi mükellefleri tarafından karşılanan devlete ait uçak ve helikopterleri kullanması, Başbakan Erdoğan’ın yararlandığı ayrıcalıklardan yalnızca biriydi.
Keza adayların mesajlarını topluma aktarabilmeleri için TV kanallarına erişimlerinde yine Başbakan lehine işleyen ciddi bir ayrımcılık söz konusuydu.
Bu gibi haksızlık örnekleri artırılabilir. Sonuçta, MHP ve CHP’nin çatı adayı Prof. Ekmelleddin İhsanoğlu ile HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş her seferinde yarışa Recep Tayyip Erdoğan’ın bir iki adım gerisinde başladılar.
Bu haliyle eşit rekabet koşulları içinde gerçekleşen bir yarış olmadı. Kurallar ve etik ölçüler açısından ciddi ihlaller söz konusuydu. Ama sahada bu ihlaller için düdük çalan bir hakem yoktu. İhlallere de zaten dışarıdan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından dikkat çekildi.

***

Erdoğan’ın karşısındaki her iki aday da, seçimin adil koşullarda gerçekleşmediği hususundaki eleştirilerinde yerden göğe haklıdır. Bu olumsuzlukların belli ölçülerde sonucu etkilediği de inkâr edilemez.
Gelgelelim buradaki sorunlar, çatı adayı Prof. İhsanoğlu’nun arkasındaki siyasi iradeyi temsil eden CHP ve MHP’nin seçim performanslarındaki yetersizlikleri görmemizi engellememelidir.
Sayısal verilerle baktığımızda gerçek şudur: 30 Mart yerel seçiminde CHP ve MHP’ye verilen oyların toplamı 19 milyon 300 bin dolayındaydı. Bundan dört ay kadar önce toplamda bu kadar seçmenin oyunu alabilen bu iki parti, Cumhurbaşkanı seçiminde ortak adayları için ancak 15 milyon 400 bin (yurtdışı hariç) dolayında seçmeni sandığa çekebilmiştir. Arada 4 milyona yaklaşan bir gerileme söz konusudur.
Cumhurbaşkanı seçimine katılım Türkiye’de 12 Eylül sonrasındaki en düşük oran olan yüzde 74.13 düzeyinde gerçekleşmiştir. Katılımın düşmesine karşılık, AK Parti geçen mart ayındaki kadar seçmeni, hatta bir miktar fazlasını (20 milyon 670 bin-yurtdışı hariç) sandığa taşıyabilmiştir. Erdoğan, bu anlamda katılımdaki düşüşten fazla etkilenmeden sandıkta istediği sonucu alabilmiştir. Katılım oranındaki düşüş, oy kaybı olarak değişen oranlarda CHP ve MHP’ye tahakkuk etmiştir.
AK Parti, kendi tabanında uğradığı bazı kayıpları MHP’den oy kaymalarıyla telafi edebilmiş, CHP ise HDP’ye oy kaptırmış, ayrıca bazı seçmenlerinin protestosu ya da kayıtsızlığı -ve bazı durumlarda da rehavetiyle- karşılaşmıştır.

***

Her iki parti de rekabet koşullarındaki olumsuzluklara işaret etmekte haklı olmakla birlikte, doğrudan kendi performanslarından kaynaklanan sorunları da ciddi bir şekilde sorgulamak zorundadır.
Çatı adayın doğru bir strateji olup olmadığı ayrı bir değerlendirmenin konusudur. Ancak kabul edelim ki, Prof. İhsanoğlu’nun kampanyası, aday açıklandıktan sonra, yani artık geri dönüşü olmayan yola girildikten sonraki süreçte her aşamada ciddi sorunlarla tökezlemiştir.
Galiba en önemli sorun daha başlangıçta patlak vermiştir. Çatı adayı, topluma kuvvetli bir mesaj ve heyecan yaratacak bir iddia ile takdim edilememiştir.
Ayrıca, CHP içinde alternatif aday çıkarma arayışları, bunun için imza toplama çabaları yola çıkılırken muazzam bir dağınıklık görüntüsü vermiştir.

***

Sonrası da çok farklı seyretmemiştir. CHP de, MHP de İhsanoğlu’nun seçimi kazanması için ellerindeki bütün imkânları ve insan gücünü topyekün seferber ettikleri hususunda kamuoyunu ikna edememiştir.
İhsanoğlu’nun kampanyasından Türkiye’nin gündemini sarsan, hafızalarda iz bırakan bir organizasyon, örneğin görkemli bir miting hatırlıyor musunuz?
Kuşkusuz, her iki partide de İhsanoğlu’nun başarısı için samimi olarak çırpınan, çaba gösteren teşkilatlar olmuştur. Ancak bu çabaların dinamik, enerji yayan, toplumu heyecanlandıran bir eşiğe çıktığı söylenemez. İhsanoğlu’nun büyük bir iyi niyet ve zarafetle sergilediği özverili çaba da bu yetersizlikleri, aksaklıkları kapatmaya yetmemiştir.
Etkili bir seçim kampanyası yürütmenin temel koşulu, her şeyden önce kusursuz bir organizasyon yeteneği ve yönetim kapasitesine sahip olmaktır. Cumhurbaşkanı seçiminde CHP-MHP cephesinde bu çapta bir yönetimsel becerinin sergilendiği söylenemez.
AK Parti’yi aşabilmenin çok temel bir zorunluğu tam bu noktada beliriyor. Hedef AK Parti’yi geçmekse, rakiplerinin AK Parti’den daha çok ve daha disiplinli çalışmaları asgari bir zorunluluk. AK Partililer 10 saat çalışıyorsa, onların en az 11 saat çalışmaları gerekiyor.
Bu noktada ciddi bir silkinmeye ihtiyaç bulunduğu tartışma götürmez. Öncelikle de ana muhalefet partisi açısından...

Yazarın Tüm Yazıları