Ayrılığın evrensel evreleri

Haberin Devamı

Akıllı telefonlar olmadan önce nasıl aşk acısı çekiyorduk hatırlayan var mı? Film izleme, radyoda ‘sıradaki şarkı ondan bana gelsin’le kahrolma, kendini daha çok yemeğe verme falan filan... Şimdi bakıyorum da telefonumla aşk yaşıyorum sanki. Ayrılık anını telefonu suratımın ortasından düşürmeyerek yaşıyormuşum meğer


Ayrılığın hemen sonrasında en kısa 1 saat, en uzun 1 hafta olmak üzere önce bir ‘acaba’ yoklaması yapılır. Her an geri başlayabiliriz, sakin olmalıyım, yazdıklarım için özür mü dilesem? Ben niye diliyormuşum be! Ay arayan o mu, niye aramıyor şimdi? Çoktan ağlayarak araması lazımdı. Genelde bu dönemde aklı olan, sessizleşir. İnstagram’a fotoğraf koymaz, tweet atmaz, whatsapp’ta online olmaz. Merak etsin, korksun, düşünsün diye beklenilir.
Bu beklemenin sonu büyük bir öfkeyle sona erer. Bazen tetikleyici bir unsur olur. O uyuz olduğunuz kızın fotoğraflarını beğendiğini görürsün, ne bileyim sanki ayrılmamıştır da lotodan ikramiye çıkmış gibi mutluluk pozları falan atar. O öfkeyle, sosyal medyada olan bütün fotoğraflarınızı silersin. Ne var ne yoksa, tuzla buz edersin. Sonra oturup fotoğraflarınızı sildiğini fark edip etmediğini merak edersin. “O silmiş mi” diye durup durup bakarsın. Bu aşamada ufak çaplı bir kavga yaşanabilir, büyütülecek bir hadise değil, kimse bu kısımda olan kavgada barışmaz. Aksine açık yol varsa onu da tıkar.
O öfkeyle onu da her yerden engellersin. Ulaşamasın da görsün, senden mahrum kalsın da anlasın. Bu engelleme ise en kısa 3 dakika, en uzun 3 gün sürer. Zaten engelini açıp açıp bakarsın. “Ayy bişi yazdı mı” diye. Her yerden engelleyip, açmak zaten epey zamanını alır.
Ardından hiç yüklemediğin kadar fotoğraf yüklersin. Ağzın kulaklarında, arkadaşlarınla eğlence halinde, onsuz daha iyi, daha sağlıklı, mutluymuş gibi. Gördükçe çıldıracağına dair bir inancın oluşur. Sonra yorulursun.
Sevgiliyken bakmadığın kadar onu izlemeye başlarsın. Her saniyesini tahmin etmeye çalışırsın. Yazdığı her şeyden anlam çıkarmaya çalışırsın. Bir yerinde, bir noktasında, bir olayının içinde sen olsun, sana dair bir şey olsun istersin. Bulamazsın.


Ardından lanetlerini bildirdiğin, sanki sana dünyanın en büyük kötülüğünü yapmış, ne bileyim ananı babanı gözünün önünde bıçaklamış, kuşbaşı kebap yaparak sana da yedirmiş gibi acılı şeyler yazarsın.
Sonra ona dair yazdığın ne varsa silersin. Onun sana attığı mesajları, yeri gelir fotoğraf albümünde olan fotoğrafları. Artık bitti, bu sondu zaten, olmayacaktı, boşuna zaman kaybıydı, keşke böyle olmasaydı...
Artık kendini suçlama evren gelmiştir. Onu demeseydimler havada uçuşur. Aslında özünde iyi bir insandı. Seni bir o anlıyordu, ufacık şey nasıl da büyüdü. Özlemenin ne demek olduğunu işte tam bu noktada fark edersin. “Sen, sen, sen” diye başlayan bütün suçlamaların; “biz neden bunu yaptık” olayına dönüşür. Bulduğun bir ışıktan, bir umuttan yararlanırsın. Konuşmaya çalışırsın. Ya da o çalışır, cevabın agresif değil de daha insancıl olur.
Konuştuğun kişinin, o aşık olduğun adam olmadığını görürsün. Sanki her şey değişmiştir. O yakınlığı, o sevgisi, o merhameti kalmamıştır. Onda sevdiğin ne varsa, gidip bitmiştir. Eskisi gibi olmayacağını fark etmen, bir yumru gibi oturur göğüs kafesine. Burnunun direği sızlar, hani ağlamak istersin de ağlayamayınca orada bir acı oluşur. Ağlayacak bir şey bile kalmamıştır, ortada siz diye bir şey kalmamıştır çünkü. Yeniden çiçek açman için, bunu görmen lazımdır. Zaman bütün acımasızlığıyla seni yeni bir aşka hazırlamaya başlar. Artık daha az heyecanlı, daha çok güvensizsindir. Ve ‘hayırlısı buymuş’ ile noktayı koyarsın.

Yazarın Tüm Yazıları