Ne yapalım?

“Ecel de, alın yazısı da bizim içindir. Gelin görün ki refah düzeyi yüksek bir toplumda yaşıyorsanız istisnalar dışında ömrünüz daha uzun, hayat kaliteniz daha yüksek ve ecelle ilişkiniz daha geç yaşlara sarkar.

Haberin Devamı

Ne yapalım

Avantajınız bununla da bitmez, refah düzeyi yüksek bir toplumun üyesi iseniz “alın yazınızın uzunluğu” bizde olduğu gibi birkaç yüz sayfalık bir roman değil, bir iki paragraflık cümlelerden ibarettir.” Bunları bana yıllar önce yanında çalıştığım hocam (Dr. Saliha Yalçın) söylemiş ve sonra da eklemişti: “Hiç dikkat ettin mi, insanların alın yazısı Batı’dan Doğu’ya gittikçe nedense daha bir uzun oluyor!” Doğruydu! Doğruydu çünkü alın yazısı zannettiğimiz şeylerin çoğu aslında eğitimsizlikten, dikkatsizlikten ve tedbirsizlikten başka bir şey değildi. Ve zaten bu nedenle de İsveç’te, Norveç’te, Fransa ya da İngiltere’de bilemediniz 3-5 can alan bir “kaza”, bizde ya da komşumuz ülkelerden birinde 300-500 kişinin canına mal olan bir “facia”ya dönüveriyordu.
İnşallah bu sefer de başımıza gelenleri, “kömür karası, yürek yarası” şehitlerimizin ocaklarına düşen ateşlerin sebebini yine sadece alın yazısına bağlayıp geçiştirmek gafletine düşmeyiz. İnşallah bu “son ders” olur bizim için ve böyle olayların “bir daha nasıl tekrarlanmaması” gerektiğine yönelik köklü ve kalıcı dersler ediniriz.

Haberin Devamı

BU YAS HİÇ BİTMEZ

Ulusça yastayız. Yasımız öyle üç günde filan bitecek gibi de değil ve emin olunuz ki bu yasın en çok etkilediği meslek gruplarından biri de ölümle çok sık yüz yüze gelmemize rağmen biz doktorlarız. İnsan ömrüne “daha az acı, ıstırap girmesini sağlamak hatta tümden engellemek, ömrünü huzur ve keyif içerisinde sürmesini temin etmek ve bu arada mümkün olursa Allah’ın takdir ettiği ömre daha çok sağlık, güç ve esenlik vermek” için yıllarını veren; nöbetlerde, acillerde, ameliyatlarda ter döken biz doktorlar bu tür kazaların aramızdan bir anda alıp götürdüğü yüzlerce şehitle yüz yüze gelince maalesef darmadağın oluruz. Bu sefer de böyle oldu. Evet, bu gibi zamanlarda söylenecek söz çok ama yapılacak çok fazla bir şey yok maalesef. Sözün bittiği, yüreklerin eridiği bir yerdeyiz tam olarak. Peki, ne yapmalıyız? Nasıl yapmalıyız? Sadece “acıyı paylaşmak” yeter mi? Benim naçizane önerilerim şunlar...

Haberin Devamı

ZAMAN PAYLAŞMA ZAMANIDIR

Böyle zamanlarda hayata ve birbirimize daha bir sıkı sarılmalıyız. Daha çok çoğalmalı ve paylaşmalıyız. Ailelerimize, eşimize, dostumuza, komşumuza, akrabamıza ama tabii ki her şeyden önce de Soma’daki acılı insanlarımıza daha çok sahip çıkmalıyız. Tabii ki olan biten soruşturup araştırılacak ama biz de kendimizi olumlu düşünmeye zorlamalıyız. Acımızı içimize gömerek, olumlu, yapıcı ve umut verici duygularla kendimizi avutmaya çalışmalıyız. Beynimize iyi ve güzel şeyler adapte etmeyi becerebilmek, bütün bu olan bitene rağmen olumlu/pozitif kalabilmek en çok da böyle zamanlarda lazımdır. Ayrıca “duanın gücünden istifade etme”nin özellikle böyle zamanlarda her zamankinden daha çok lazım olduğunu unutmayalım. Olan bitenin nedenlerini araştıralım ama yine de “yardım istemeyi ve sığınmayı” unutmayalım. Bu en azından geride kalanların, şehitlerimizin ailelerinin, akrabalarının kendilerini daha çok güvende hissetmelerini, endişe ve üzüntüleriyle daha kolay mücadele etmelerini sağlayacak önemli bir destektir.
Hepimizin başı sağ olsun.

Yazarın Tüm Yazıları