Antibiyotikler neden etkisiz

“Avuç avuç antibiyotik yutuyorum, boğazım hâlâ yanıyor, ateşim bir türlü düşmüyor!”

Haberin Devamı

Son günlerde en sık duyduğumuz “sağlık yakınmalarından” biri bu. Bitmedi! Hastane yoğun bakımlarında da pek çok hasta “antibiyotik direnci/etkisizliği” nedeniyle bir türlü iyileşemiyor. Peki, ne oldu da “antibiyotik direnci” bu denli yayıldı, bu noktaya nasıl gelindi? Olanlar bir değil, birçok!

Birincisi gereksiz ve kontrolsüz antibiyotik kullanımı yaygınlaştı. Leblebi yutar gibi antibiyotik yutan bir toplum olduk. Reçeteli satılmaları zorunlu olan bu ilaçları beş yaşındaki bebeler bile gidip eczaneden istediği kadar alabiliyordu! Neyse bu durum son zamanlarda bir ölçüde kontrol altına alındı.
İkincisi ve daha mühimi yiyip içtiklerimizin içindeki “gizli antibiyotik”ler sorunu. Pek çok besinde bulunan bu “örtülü antibiyotikler” nedeni ile de direnç kazandık antibiyotiklere.
Dr. Evren Altınel gizli antibiyotik tehlikesi hakkında güzel bir yazı hazırladı. Buyurun beraberce okuyalım.

ANTİBİYOTİĞİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?

Hatırlarım, çocukken antibiyotik kullanmamızı gerektirecek durumlarda reçeteye B vitaminleri de eklenirdi. Tıp fakültesinde bunun muhabbetini çok yapardık. B vitaminleri, hastalığın yıprattığı vücudu desteklemek gerektiği düşünüldüğünden mi yoksa antibiyotiğin olası yan etkilerinden organları korumak için mi ekleniyor diye. Öylesine ciddiye alınırdı antibiyotik yazmak ve kullanmak...
O yıllarda antibiyotikler bu kadar çeşitli de değildi. Nadiren önerilir, hele iğne şeklindeki uygulamalar deyim yerindeyse hekimi de hastayı da korkuturdu. Sonra antibiyotikler çoğaldı. Kullanımları sıklaştı. Antibiyotiklerle haşır neşir olan mikroplar da “onları takmaz oldu”. Ama bir başka tehlike daha baş gösterdi.

ANTİBİYOTİKLİ BONFİLE!


Artık antibiyotikleri yalnızca hap, iğne olarak değil bonfile, şiş, kanat olarak da almaya başladık. Beyaz ve kırmızı et kaynaklarımız önce antibiyotik ile tedavi edilip sonra satışa sunuluyor. Üreticiler “sağlığımızı korumak için” bu yönteme başvurulduğunu söylüyorlar.
Uzmanların görüşleri ise biraz daha farklı: Onlar hayvanlar kötü hijyen koşullarında da yaşasalar bulaşıcı hastalıklardan korunabilsin, besicilikte yüksek verim elde edilsin, pazarlanan etler daha yumuşak kıvamlı ve kolay çiğnenebilir olsun diye yemlere antibiyotik eklendiğini söylüyorlar.
Buna bir de otlaklarda, meralarda gezen hayvanların antibiyotik atıkları ile kirlenmiş suları içip, atıkların bulaştığı otları, çimenleri yemelerini de ekleyince etlerindeki antibiyotik düzeyi iyice yükseliyor.

NE YAPMALI?

Günümüzde ilaç firmalarının ürettiği antibiyotiklerin yalnızca yüzde 20 kadarını insanların tükettiğini, kalan yüzde 80’ini ise kümes hayvanlarının, küçük ve büyük baş hayvanların yemlerine katıldığını biliyor muydunuz? Butları, etleri yedikçe bizler antibiyotiklere karşı daha dirençli bünyelere sahip oluyoruz. Barsaklarımızdaki yararlı bakterilere saldıran antibiyotikler savunma mekanizmalarımızı çökertiyor. Çabuk hastalanıyor, geç ve güç iyileşiyoruz. Antibiyotik kullanmamızı gerektiren sağlık sorunları ile karşılaştığımızda ise doktorumuzun da bizim de işimiz zorlaşıyor.

SONUÇ

Hemen her ülkenin sağlık sorunları arasında ilk beşe antibiyotikli etler girer.
Doğal yöntemlerle yetiştirilen, beslenip büyütülen hayvanların etlerini tüketme çabası ise henüz emekleme aşamasında.
Titizlik gösteren ve antibiyotiksiz et tüketmekte ısrarcı davrananların genel eğilime oranı yüzde 5-10’larda seyrediyor.
Bu rakamın düşük olmasının en önemli nedeni, sanılanın aksine bunların pahalı ürünler olmaları değil, zor bulunmaları.
Çünkü bu tür üretim yapan yerlerin sayısı az, kapasitesi düşük. Üreticilerin bilgilendirilip, özendirilip desteklenmesi, tüketicilerin eğitilmesi ile oran yükselecek.
“Serbest dolaşan tavuklar”, “özgür yaşayan inekler” sayesinde vücudumuzun ihtiyaç duyduğu kadar hayvansal proteini, sağlıklı koşullarda tüketme imkânına –yeniden- kavuşacağız.

Haberin Devamı

Mide asidini yatıştıran 10 besin

Haberin Devamı

* Yulaf ezmesi: Lifli yapısı ile midenin asit oranını dengeler. Aynı zamanda doyurucudur. Hacim olarak şişme özelliğinden ötürü süt ile pişirerek tüketebilirsiniz.
* Zencefil: Anti-inflamatuvar etkisi ile vücuttaki yangıyı olumlu etkilemenin yanı sıra spazm çözücü özelliği ile krampları yatıştırır özelliktedir.
* Muz: Mide asiditesine olumlu etkilerinden dolayı reflüsü olan kişiler için iyi bir meyve seçeneğidir.
* Kavun: Potasyumdan zengindir. Ph değeri yüksek olduğu için midenin alkali olmasına yardımcı olarak reflüye iyi gelir.
* Rezene: Rezene ile hazırlanan bitki çayı gaz, şişkinlik, krampları azaltıcı özelliği ile mideyi rahatlatır.
* Tavuk ve hindi: Reflüyü önleyici beslenme planında en önemli protein kaynaklarındandır. Yağda kızartılmadığı sürece beyaz et tüketilebilir. Ancak mutlaka derisi alınmış olmalıdır.
* Kök sebzeler: Kereviz, enginar, yer elması gibi kök sebzelerin kalorilerinin daha yüksek olması nişasta içeriklerinin diğer sebzelere göre daha fazla olmasından kaynaklanır. Bolca lif içermeleri tokluk hissini uzatırken alkali ortam da sağlar.
* Makarna: İçeriğindeki B vitaminleri ile enerji verir. Mideyi yatıştırır. Tam buğday olan çeşitleri aynı zamanda glisemik yükü hafifleteceğinden şekeri de dengeler.
* Maydanoz: Mide ve sindirim sistemini rahatlatıcı, vücuttaki fazla suyun atılmasına yardımcı bir bitkidir.
* Esmer pirinç: Kompleks karbonhidrattır ve asit fazlasında yatıştırıcı özelliği ile iyi gelir. Yanına ilave edilecek 1 avuç içi kadar protein (tavuk veya yağsız kırmızı et) ile dengeli bir öğün hazırlayabilirsiniz.
DYT. NİLÜFER BAYRAM

Yazarın Tüm Yazıları