"Benimki daha acı!"

“Reality şov” denen formatı “hakikat gösterisi” olarak kullanmanın ne denli doğru olduğunun ispatı gibiydi geçen pazar ATV’de ilk kez ekrana gelen En Sevdiğim 3 Şarkı.

Haberin Devamı

İlk bakışta bir “şarkı yarışması” gibi görünse de, esasında bir “acılı hayatlar” gösterisine, bir “hayatları ve hayalleri” yarıştırma şovuna dönüştürülmüş, üstelik bir de üzerine bir “hayırseverlik” örtüsü giydirilmişti. Bir gecede başlayıp biten, ödülü 50 Bin TL olan, ihtiyacı olanların dertlerine bir “merhem” gibi gelecek bir şov olarak tarif buluyordu genel sunum. Büyük ödülü kazanmanın biricik yolu, “samimi” olmak, neden oraya gelindiğini (katılmaya neden “ihtiyaç” duyulduğu) olabildiğince açıklayabilmek ve kazanılan parayla ne yapılacağını (ne gibi “hayaller” kurulduğu) anlatmak diye özetlenebilecek bir formattan söz ediyoruz. Son karar tabii ki jürinin oluyor, dengeleyici bir başka sistem (SMS oyları gibi) de olmadığından, hatta iyi şarkı söylemenin bile fayda etmediği (iyi söylemesine rağmen hayatları yeterince “enteresan” bulunmadığından bir çok katılımcı elendi!) anlaşıldığından, yarışmacılara sadece bir “seçenek” kalıyordu. Jüriyi muhtaç olduklarına “inandırmak”, onların her türlü yorumu karşısında “müteşekkir” olmak ve böylece, jüriye külliyen biat etmek! Burada, sadece jüri üyeleri “yarı-tanrı” statüsünü çıkmıyor (sayıları üç olduğundan, iktidarları birbirileriyle sınırlanıyor), daha da vahimi, katılımcıların bu şovda “oynamak zorunda” kaldıkları roller (muhtaçlık ve mağduriyet) de ekran başındakiler için bir eziyete dönüşebiliyor. Acılı anlatılar, özünde bir kurmaca olan dizilerde daha kolay izlenebiliyor. Ama, kendine ya da tanıdıklarına benzer insanların çıktıkları reality şovlarda daha az acıyı, daha çok eğlenceyi tercih ediyor genel izleyici.

Haberin Devamı

Benimki daha acı

Reality şovların bir çok açıdan sosyal psikoloji deneylerine benzer yapıları vardır. Bir çok şovun, sosyal psikolojinin bilinen bir çok deneyine benzediğini şaşırarak fark edersiniz. Tabii ki bu deneyler, deney olmaktan öte, insanların grup içindeki davranışlarını anlamak, davranışları ve dolayısıyla, onları benimseyen kişilik tiplerini de sınıflamak için yapılır. Yukarda anlatmaya çalıştığım nedenlerden ötürü, En Sevdiğim 3 Şarkı’nın esası çok net bir iktidar durumuna işaret ediyor. Muktedir bir jüri ve iktidarsız yarışmacılar. Sosyal psikolojideki bazı kuramlar (Adorno ve arkadaşlarının geliştirdiği) böylesi durumlarda gelişen davranış biçimini “otoriteryen”, böyle davranmayı normalleştiren insanları da “otoriteryen kişilik” olarak tanımlar. Bu tip insanlar, muktedirlerle karşılaştıklarında onlarla mücadele etmekten çok, onlara biat etmeyi tek çıkış olarak görür ve muktedirlerin fikirlerini kolayca benimser, isteklerini çoğunlukla yapmaya çalışır ve en vahimi, ellerine fırsat geçti mi (iktidar sahibi oldukları anda), kendilerinden güçsüz olanlara kendilerine yapılanlara benzer davranışlarda bulunmaktan geri durmazlar. Patronun baskısı altında ezilen babanın evine gelince karısına, çocuklarına patronluk taslaması. Çok tanıdık bir düşünce şekli ve davranış kalıbı, değil mi? Adorno’ya göre, böylesi kişiliklerin çoğunlukta oldukları toplumlarda otoriter davranış bozukluğu, siyasal despotizm, kültürel ayrımcılık kolayca kök salar. Demokrasi ve muhalefet kültürüyle bir alakası yoktur muktedire biat kültürünün.

Haberin Devamı

Ne yazık ki bu şovun cesaretlendirdiği, katılanlara önerdiği tek düşünce tarzı, tek davranış önermesi bu değil. Bir de işin “hakikat gösterisi”, jüriyi ikna, sıkıntıları, dertleri orta dökme, acılarla dolu bir hayat hikayesiyle büyük ödülü “haketme” durumu var ki, izlerken insanın içi acıyor. Nasıl mı? Şovu biraz anlatalım. Programa katılan 12 “ihtiyaç sahibi” (emin olun, bunu ben değil, jüri üyeleri söylüyorlar) yarışmacı (bari doğrudan “muhtaç” deseler de rahatlasalar) en sevdikleri ilk şarkıyı söyleyerek şova başlıyor ve performanslarından öncesi ve sonrasında jüri üyelerinin (Nihat Doğan, Hande Ataizi ve Burak Kut) “çapraz sorgusuna” maruz kalıyorlar. Sorgu bile değil aslında, fütursuz bir “anlat, daha da anlat” talebi ile başlayan, neticesi gözyaşlarıyla (hem katılanların, hem de jüri üyelerinin) tartılan bir “samimiyet sınavından” geçiyorlar. Jürinin pek aziz mensupları iki de bir, 50 bin liranın ne kadar büyük bir meblağ olduğunu hatırlatarak hem iktidar pozisyonlarını güçlendiriyor, hem de katılanlara o parayı almanın hiç de kolay olmadığını, o paraya ancak en acılı hayata sahip olanın erişebileceğini hissettiriyor.

Haberin Devamı

Berbat da bir “sahnelemesi” var son kararların. İki boksör gibi platform üstünde yanyana yükseltiliyor önce yarışmacılar. Her jüri üyesinin kararından sonra, devam edemeyecek olanın platformu seviye kaybediyor ve “düşüyor!” Kazanansa, hayatı daha zor, hikayesi daha acılı, yani toplumsal zemindeki yeri daha “düşük” olduğu için yükselmeyi hakediyor. Trajik bir başka “hakikat gösterisinden” başka bir şey değil jürinin kararları. Neticede, jüri üyeleri de birbirleriyle yarışıyor. Hangimiz “normali”, olması gerekeni, toplumun vicdanını temsil ediyoruz minvalinde bir yarışma bu. Örneğin, bir jüri üyesi, bir katılımcının parayı kazanırsa kızının arzusu doğrultusunda arkadaşlarına iki adet oyuncak almayı hayal etmesini yeterince “inandırıcı” bulamayabiliyor. Bir diğeri, daha kötü şarkı söyleyeni neden tercih ettiğini açıklarken, onun paraya daha çok ihtiyacı olduğunu belirtmekten geri durmuyor. Diğeri zaten iyi şarkı söylüyormuş, piyasada kolayca iş bulabilirmiş! İyi de, o hâlde bu insanlara neden şarkı söyletiyor, neden şovun ismini “en sevdiğim 3 şarkı” koyuyorsunuz? Çok daha kolay olmaz mıydı, “acılı hayatlar yarışması” diye bir şov tasarlamak?

Haberin Devamı

Cevabı asla verilemeyecek soruları peşpeşe sormamın nedeni şovun aldığı reytinglerle alakâlı. Reytinglerde basbayağı çuvalladı şov, izlenme oranlarında yüzde 2’yi çok az geçebildi ilk hafta. Neden dersiniz? Bir onyıl kadar önce iş yapabilen bir jüri hâlinin (jürinin “tanrılaştığı”, yarışmacıların “iktidarsızlaştığı”) artık bu ülkede ciddî bir rahatsızlık ifade ettiği için olabilir mi? Para dağıtma töreni kıvamındaki şovlarda (örneğin, Ben Bilmem Eşim Bilir) bile ihtiyacı olanlar böyle ekrana taşınmıyor artık bu ülkede, gülerek, eğlenerek veriliyor ödüller. Miyadi dolmuş, eski üsûl acılı arabesk tadında, günümüzle, bu dönemin insanıyla bir alakası kalmamış bir şovun izlenmemesi hiç de şaşırtıcı değil. Fakiri, zengini, bu ülkenin insanları artık acılarıyla değil, hayalleri ve ümitleriyle ekrana gelmek istiyor.

Yazarın Tüm Yazıları