Tut kolumdan geceye götür beni

Gezenti yazarınız bir orada bir burada durmuyor, duramıyor. Bir önceki gece ise hiç durmadı: Önce bir havuz başında, sonra bir spor salonu kafesinde, ardından bir popüler konserde aldı soluğu. İşte o gecenin kahramanlarından bazıları: Tarkan, Çağatay Ulusoy, Kıvanç Tatlıtuğ, Ayşe Kucuroğlu...

Haberin Devamı

GÜNBATIMINDA SOHO MUHABBETİ
İlk durak Soho House havuz başı.
Burada gün batımını seyretmek şahane oluyor. Bir de insanlar rahat, kasmıyor.
Yataklara yayılıp kafasına göre takılıyor.
Açıldığı günden beri Soho House İstanbul ekibinde olan, üç ay önce ise Londra’ya transfer olan Umut Şengün’le laflıyoruz. Orada yeni insanlar tanıyor olmanın heyecanından bahsediyor.
Bir de Londra Soho House ofisindeki öğle yemeği alışkanlığını nasıl kırdığından...
Normalde bizim ofislerde (eğer iş yerinde yemek verilmiyorsa) toplu halde öğle yemeğine çıkılır ya.
İngiliz beyaz yakalının öyle bir adeti yokmuş.
Yemeği ofiste tek başına, masasında yemeye alışkınmış.
Beni bireysellik nehrinde yıkayıp dursunlar hesabı.
Sonuçta bizim Umut, ofistekileri haftada bir gün dışarıda öğle yemeği yemeye ikna etmiş.
Sosyalleşmek iyidir iki gözüm, ofiste bilgisayarına bakarak ye dur, nereye kadar...


DJ EŞLİĞİNDE YOGA NASIL OLUR?

Soho House sonrası ikinci durağım Etiler Hillside içindeki Palms.
Palms’in balkonunun baktığı tenis kortunda o akşam ekstra bir hareketlilik var.
Az sonra hareketliliğin nedeni anlaşılıyor.
Meğer DJ eşliğinde toplu yoga seansı yapılacakmış.
Evet bayağı DJ var, David Şaboy kabinde.
Yoga eğitmeni Şebnem Akbulut Özen seansa katılacak herkesi selamlıyor.
Özen yalnız değil, yanında Ayşe Kucuroğlu da var. Zaten DJ’li yoga ikisinin ortak projesiymiş.
“İstanbul’da ilk kez yapılıyor” dedi Ayşe zıp zıp enerjiden taşarken...
Yarım saat süren enerjik yoga seansını David’in müzikleri eşliğinde kokteyl yudumlayarak izlemek doğrusu ilginçti. Kendimi gladyatör çarpıştıran küstah Romalı patricisi (soylusu) gibi hissettim, paralel evrenlerimde gidip gelerek filan...
Ama seans sonunda huşu içinde yere uzanıp meditasyona dalan kalabalığı görmek pek hoştu.
“Keşke herkes yoga yapsa” diye iç geçirdim, içselleştim. Bir anlık.


TARKAN VE DESERT TRİP OLAYI

Bitmedi, geceye devam ediyoruz.
Bu kez Harbiye Açıkhava’dayım. Tarkan konserinde.
Protokol gülü olmak yerine bu sene daha gerilerde, botokssuz/organik bir ortamda izliyorum konseri.
İlk kez Tarkan konserine geldiğini söyleyen yanımdaki kadınla laflıyorum mesela.
Konseri izlerken sık sık Tarkan’ı işaret ederek “Ne tatlı di mi?” diyor, çok mutlu.
Zaten Açıkhava’daki herkes mutlu.
Sanki bir ben “Şöyle olsaydı daha mı iyiydi?” diye huysuzlanıyor, sahne düzeni yahut Tarkan’ın kendisinde bir adım yenilik arıyorum.
Çünkü yıllardır Tarkan konseri takip ediyorum, haliyle benim için ekstra heyecanlı bir durum yok.
Yenilik aramam bundan.
Kulis tarafına doğru karıştığımda ise konserin iletişim işlerine koşuşturan Feride Edige’yle laflıyorum.
Ekim ayında eşiyle beraber şahane bir festivale gidiyormuş, acayip heyecanlı.
Desert Trip adlı bu organizasyonda kimler sahne almıyormuş ki?
Tüm eski topraklar/babalar: Rolling Stones, Bob Dylan, Roger Waters, The Who, Neil Young...
Kuliste bir ara Tarkan’ın eşi Pınar Dilek’i görüyorum.
ÇABA Derneği mensubu kadınlarla bir arada, onları selamlıyor.
Yakında kendisini yardım etkinliklerinde sık sık görürüz bence...


GİZLİ’NİN YAKIŞIKLILARI

Ve gecenin sonu. Tabii ki Gizli Kalsın!
İstanbul’da geceyi sonlandırmak için hâlâ en ideal mekan burası.
İçerde iki sıkı dost da var: Çağatay Ulusoy ve Kıvanç Tatlıtuğ.
Kıvanç fazla kalmak istemiyor, zaten hafiften gergin gibi, çıkıyorlar bir süre sonra.
Bu arada Çağatay’ın doğal, samimi, bilge hali şahane.
O gece herkes bundan bahsediyor Gizli’de.
Sonuç: “Çok ünlüyüm” diye kasmayan, rolünü abartmayan ünlüyü seviyor, sayıyoruz...

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları