Survivor insanları gibiyiz, gevşememiz çok zor

Epeydir Survivor’a uzak kalmışım.

Haberin Devamı

Bir açlıkla oturdum ve Survivor’dan parça parça videoları peş peşe mideye indirdim. Değişen bir şey yok, yine karnım ağrıdı: Adadakiler; kendilerini, yarışmayı ve adadaki yaşamı öyle ciddiye alıyorlar ki, bir çemberin içinde dönüp duran hamster filan gibi, tek şahane gerçeğin “orası” olduğundan yüzde binbeşyüz eminler...

Evet, o kadar eminler ki, içlerinden biri çıkıp da bir saniye dahi olsa “Neyin peşindeyiz, biz ne yapıyoruz burada ya!” demiyor, “Of saçmalamayın, hadi eğlenelim” diye çıkıntılık etmiyor, içinde oldukları durumu ti’ye almıyor.
Varsa yoksa kavga, sinir harbi.
“Sen bunu dediydin, ama ben de bunu demek istemiştim,” hallenmeleri...
Kızgın güneşten kavrulmuş bedenlerin üstüne bir de ruh hallerinin kaynar noktalara gelmesi...
“Terbiyesizsin! Ne üslubundan bahsediyorsun? Niye bağırıyorsun arkadaşım!?” şeklindeki uçan tekmeler...
Geriye kalan zamanlarda ise felsefe yapma çabaları.
Misal, Hakan şöyle diyor Serenay’a:
“Hayatta herkesin önüne geçemeyeceği egoları, bir de kendisi vardır! Kararları alırken ya da bir şey yaparken hep onu düşünürsün.”
Serenay da bunun üstüne, “Ne güzel saçmaladın birader” demiyor, ciddiye alıp dinliyor.
KENDİ KENDİNİN KARİKATÜRÜ
Turabi desen aynı Turabi.
Artık kendi kendinin bir karikatürü olmuş.
Elinde koca bir tespih, “Ben kimseye yandaşlık etmem” diyor, “Seni gömdükçe insanlığımı göstereceğim” diye alt ve üst perdelerden efeleniyor, miting konuşması yapar gibi tane tane kelimelerini vurguluyor, aralarda es vererek ne denli mühim bir konuşma yaptığının hissedilmesini istiyor.
Bazen de, “Verme sırtını duvardan başkasına emanet, en kralının içinde bile vardır bir nebze ihanet” diye bir sakız manisiyle sevenlerini selamlıyor, onların damarını okşuyor, gururlu sultan olarak konumluyor kendini Survivor adasının 40 derecelik, ezik palmiye gölgesinde...
BİZDE ÖYLE DEĞİL MİYİZ?
Belki de haklarını yiyorum. İzleyip durduğumuz bu Survivor insanları aslında kendilerini ve yarışmayı bu kadar ciddiye almıyor her saniye.
Bize gösterilen, gösterilmek istenen bu kadarı.
Ayrıca çuvaldızı kendimize de batıralım:
Türkiye’de yaşanan her şeyin tek gerçeklik olduğu bataklığına saplanıp kalmıyor muyuz çoğu zaman?
İstediğimiz kadar dünyayı eskisinden daha çok takip edelim, buradaki hayatı “biricik” sanıyor, fazla ciddiye alıyor ve Turabigiller gibi efeleniyor, Hakangiller gibi berbat felsefe yapıyoruz.
Biraz eğlenilse, hatta saçmalanarak eğlenilse fena olmaz mı?
Turabi’nin dev tespihini gergin gelgit çekip durması gibi halimizin karşılığı:
Azıcık gevşemek bize de, binlerce kilometre ötedeki adaya düşmüş televizyon karakterine de haram.

Haberin Devamı

Türkler’i en iyi ne gevşetir?

Haberin Devamı

Peki en kasıntımızı en kaşları çatığımızı bile kim ya da ne gevşetir?
Şöyle bir zihni tarayınca ortak payda olarak şunları bulabildim:
TARKAN KONSERİ
Bir kez giden bilir. Tarkan adama gerdan da kırdırır, yerinde kös kös otururken ayağa kaldırtıp göbek de attırır. Adam Türkler’in doğal gevşeticisi. Ötesi yok.
Henüz onunla aynı etkiyi yaratan biri daha olmadı.
CEM YILMAZ STAND-UP’I
Yine giden/izleyen bilir. Cem Yılmaz’ın asıl coştuğu yer stand-up sahnesidir. Filmleri ya da reklamları değil.
Çünkü stand-up sahnesinde o da alabildiğine özgürdür, kendini koyverir, senden de koyvermeni bekler.
Böylece karşılıklı gevşersin, kendini de ti’ye alırsın.
ANKARA’NIN BAĞLARI
TARZI ŞEYLER

Bir yıl önce Ankara’nın Bağları, Hayatı Tespih Yapmışım filan varsa şimdi de Tavukları Pişirmişem var.
Bu tarz post modern türküler nedense Türkler’in bir anda gevşeyip eğlenmesine yol açıyor.
Muhtevasındaki gizli erotizmden mi kaynaklı acaba?
ESKİ ARANJMANLAR
Ben geçenlerde önce Işıl German’dan 1977 tarihli “Biliyorum Sendin O” şarkısını (“Alo, alo?” diye başlar, çok komiktir) sonra da Nermin Candan’dan “Olmaz Olmaz Bu İş Olamaz”ı dinledim mesela, anında gevşedim!
Bu 70’lerde çıkan şarkıların zaten fazlasıyla mutluluk verici bir tarafı var. Üstelik nedenini de çözemiyorsun.
Ya şarkıların saf hallerinden etkileniyoruz ya da o dönemi yaşamış olanların geçmişlerine duyduğu sonsuz özlem ve şükran duygusu bizim de içimize kaçtı, kim bilir?

Yazarın Tüm Yazıları