Siz hiç şükran duygusuyla ağladınız mı?

Kadın olduğumdan herhalde, her tesadüfün bir sebebi olduğunu düşünürüm.

Haberin Devamı

İyimser olduğumdan da, olmayan şeyde de hayır ararım.
Çocuk kaldığımdan, bir masaldaymış gibi, olduğum yerde sihir ararım. Bir yerdeysem, orada bir laf vardır, biri vardır, bir yol vardır.
Çok cesur olmadığımdan çoğu zaman ıskalamışımdır. Ama aynı zamanda çok hevesli de olduğumdan, zaman zaman yakalamışımdır da.
Bir yere davet edildiğimde, küçük büyük bir yolculuğa evet dediğime, hiç pişman olmamışımdır.
O gün de olmadım. Tam aksi!
Bazen de öyle şeyler oluyor ki, geri sarıp baktığında, “O insanla buluşmam gerekiyormuş, demek o da bu vesilelerle olacakmış” diyor insan.
O gün de öyle oldu. Arkadaşlarımla kahvaltıya evet demem, beni Watsu’yla tanıştırdı.
“Watsu ne?” diyeceksiniz. Suda yapılan bir masaj.
Ama ona masaj dersek, diğer her şeye başka bir şey dememiz gerekir, çünkü Watsu, bir insanın hayatını değiştirebilme gücü olan inanılmaz bir su seansı. Su harikası. Su büyüsü.
Anlatamayacağım, şimdiden söyleyeyim.
Kahvaltıda, “Burada su masajı yapan biri var” dediler bana. “A, ne değişik” dedim. Denemek istedim, suda masaj hmmm, nasıl bir şey. Hiç duymadım. Ama harika bir fikirdi.
Deniz Susever yapıyor bu masajı. İnsanın elinden tutuyor, ayak bileklerine yüzdüren iki küçük simitçik takıyor ve sonra bir saat gözlerini kapatmanı istiyor senden.
Ve yerçekimini çıkarıyor hayattan. Siz hiç kendinizi yerçekimsiz bir yerde, serbest salınıma bıraktınız mı? Ben bıraktım. Yılan kıvrıldı.
Watsu’yu, bir şair bulmuş. Hiç şaşırmadım. Çünkü şiir gibi. Çıkınca konuşamadım. Şiirle anlatılabilirdi. Harold Watsu’nun su şiiriyle belki:

Haberin Devamı

Yılan kıvrıldı
Parlak taşlarını
bıraktı suya,
Ve sevdiğimiz ne varsa
pırıl pırıl
Oynadı suda
Yılan kıvrıldı
Parlak taşlarını
bıraktı suya
Ve elimizdeki her şey
parlayarak
Aktı o suya

Hayatımda ilk defa, kendimi annemin kollarına bırakır gibi, onun kollarına bıraktım.
Su 36 derece vücut ısısı. Tuzlu, tatlı karışık. Sanki anne karnındaki su.
Kendi anne karnında geçirdiğim, ilk evim olan o ilk 9 aya gittim önce. Ne güzel bir zaman.
Annemin kalp atışları, suyun hissi, tatlı kıpırtılar, yüzümde bir tebessüm, yüzüyorum. Bir kadının içinde yüzüyorum. Masal gibi değil mi?
Sonra o kadın beni içinden çıkaracak, yüzüme bakıp ağlayacak, beni hep sevecek, adı anne olacak...
Hayata geldiğim için teşekkür ettim.
Sonra kendi anne olma anıma gittim. Canım oğlumun içimde geçirdiği o balayı aylara, çıkıp da gözümün içine baktığı ana. Hayata getirebildiğim için teşekkür ettim.
Sonra, yerçekimsizliğin, kendinin bırakmanın güzelliğine teslim oldum.
Ne o öyle, gözümüzü açıp ayakları yere basınca, içimizi kaplayan o telaş! O bırakamama hali. O kontrol merkezi. Kumanda merkezi. Hayatı şekillendirmek için delice çabamız.
Bazen birine diyesimiz gelir ya; “Bırak kendini bana, söz veriyorum hiç pişman olmayacaksın. Gözünü açtığında seni götürdüğüm yere şaşıracaksın.”
İşte öyle bir şeydi.
Siz içiniz şükran duygusuyla hüngür hüngür ağladınız mı? Ben ağladım.

Yazarın Tüm Yazıları