Konuşamadığı şeyler olanlara

Yasemin Mori’nin o güzel şarkısında dediği gibi ‘aslında bir konu var/neden konuşamayız...’

Haberin Devamı

Büyüdükçe, konuşamadığımız şeyler sanki evin pek uğranmayan, kaloriferi yanmayan bir odasına atılıp, orada birikiyor.
Her defasında oraya ‘konuşamadığımız şeyi’ koyarken, yakında, zamanı gelince, onu oradan salona çıkartıp, konuşulur kılacağım deriz.
Ama o karanlık odaya kapıdan alelacele her bir cümle bırakışımızda, oradaki yığılma kendini bize doğru iter.
Sonra gitgide kapının arkası bile o kadar dolar ki, artık kapı tam açılmaz olur.
Her şey içeri o dar aralıktan sığıştırılmaya başlanır.
Oda gürültüyle dolar.
Dünyanın en sessiz ama en gürültülü odası, işte orasıdır.
Dilimizin ucuna gelip söyleyemediklerimizin odası.
Bir atasözü vardır. Boğaz dokuz boğumdur diye.
Söyleyeceğini söylemeden önce dokuz kere düşün, iyice tart gibisinden.
Lafları etmeden önce, gece bir üstüne yat der büyükler.
Bazı cümleler mızraktır, bazukadır, kalaşnikoftur. Sonsuza dek yaralayabilir. Ölene dek kanatabilir.
Sızım sızım sızlar bazıları, kıymık gibi batıp duran bir cümle yüzünden.
Cımbızla çıkaramazsın artık o edilmiş lafı. Banyoda yıkanıp akıtamazsın.
Geçmişin karanlığına gömemezsin.
Sanki her gün üzerinden birisi hafiiiifçe bir kalemle geçer.
Ne zaman silebilir, ne de özür böylesini.
Cümleler böyle bir silah olabilir tamam evet ama bunun çaresi susmak mıdır? Susan da şişe şişe patlamaz mı?
Konuşalım mı, susalım mı? Bence en iyisi, bir üslubunu bulup söylemek.
Dilediğini karşıdakini yaralamadan söylemeyi sanat edinmiş pek az insan gördüm.
Kime konuştuğun da önemlidir tabi.
Bazı insanlar aynalarla çevrilidir.
Ne söylesen kendisinin gözü kaşı sanır, alınır da alınır.
Kendisini değişmez haliyle sever, sen bir değişme ihtimalinden bahis dahi açsan, kendisine yapılmış hakaret sayar.
Bazı insanlar oyun hamurları gibidir.
Bazıları, o kabuğu kaskatı böcekler gibi, zırhlarla çevrilidir.
Dediklerin kulaklarına kadar gitmez.
Ağız oynatmış olursun onlarla konuşursan.
Kafalarındaki o koca kaskın içinde, kendi dedikleri yankılanır sadece...
KENDİ DEDİKLERİ... KENDİ dedikleri... kendi dedikleri... işte aynen böyle.
Konuşacağımız şey diyelim ki bir balta.
Ve biz, bu konudan bahis açarak, kristalden yapılmış bir ormana giriyoruz.
Bir meseleyi açacağız. Bir ağacı keseceğiz. Budayacağız diyelim.
İşte bu öyle langır lungur yapılmaz. Ama hiç yapmayıp, evdeki o odaya atmak da iyi değil.
Dilin ucuna kadar onlarca kez seyahat etmiş cümleler, muhakkak dışarı atılmalıdır.
O balta, büyük bir sanatla o dala inmeli, diğer hiç bir ağacı yıkmadan yapacağını yapmalıdır.
Hitabet çok eski sanat.
Boşuna değil.
İlk filozofların hepsi birer oratör.
Dilimize dantel örüp, lafları gevelemeden söyleyelim derim. Üslup bir büyücüdür.
Her yerden içeri girer. Bazen kocaman değişimler, o küçük harfli cümlelerle başlar.
Aslında bir konu varsa, itinayla konuşalım derim. O odayı da boşaltalım, iyice havalandıralım.
Misafir odası yapalım.

Yazarın Tüm Yazıları