Bir yaz plajı yazısı

Aziz Arif’le denizdeyiz. Plajda tanıştığımız ve tanışır tanışmaz büyük bir kanal açma ve baraj inşaatına başladığımız Ali de yanımızda.

Haberin Devamı

Ali’nin, bütün Ali’lerde olduğu gibi, topu var. Bir süre sonra sudayız. Ali topu at diyoruz. Atmıyor Ali. Ve o unutulmaz ‘evet ama’lı diyaloğumuz başlıyor.
- Ali, topunla Aziz Arif, sen, ben oynayalım mı?
- Evet ama, topun uykusu var. Sudan çıkarıcam onu, biraz uyuycak.
- Ali toplar uyumaz ki...
- Evet ama, onu şimdi sudan çıkarmam lazım. Sabaha kadar anca kuruyor. Kuruması çok uzun zaman alıyor bu topun.
- Hmm anlıyorum ama bu top plastik Ali, plastik hemen kurur.
- Evet ama, bunu biz özel bi yerden aldık. İthal plastik bu. İthal plastik hemen kurumuyor.
- Peki o zaman biz de sudan çıkınca kurularız.
- Evet ama, bu topta su leke bırakıyor. Ve lekeyi çıkarmak için olan peçete odada ve oda uzak.
- Ali müjde! Bizde peçete var! Çıkarır çıkarmaz su lekelerinin olmaması için sileriz topu. 
- Evet ama, kısacası bu topu şu anda sudan almam gerekiyor.
Dedi ve aldı topu Ali.
Sonra ben, acaba Ali’ye başka türlü nasıl yaklaşabilirdim, küçük çocuğa büyük insan sıkıcılığında tepkiler mi verdim diye, dizime kadar gelen suda düşünürken...
Aziz Arif’in sudan çıkan ithal plastik topa ağladığını fark ettim ve onu kendi küçük mavi topuyla oynamaya ikna etmeliyim diye düşünürken...
Bir dakika önce duygusunu yansıtayım dedim.
Öyle ya, önce duygusunu yansıtmalı, sonra iki pozitifli seçenek sunmalıyım.
Aziz Arif suda ağlarken, o buz gibi suya vücudumun kupkuru sıcacık kısmının birden üşümesini hiçe sayarak eğildim (eğilmek ve onunla göz hizasında olmak önemli çünkü) ve “Aziz Arif, şu an ağlıyorsun çünkü Ali’nin topu almasına üzüldün. O topla oynamak istiyordun ama Ali topu aldı. Bu da seni üzdü” dedim.
O da yüzüme bakıp daha da ağlamaya başladı, çünkü üzüldüğü şeyi birkaç kez tekrarlamış oldum.
Şimdi sıra iki pozitif seçenek sunma işine geldi.
Bunu bizim kızlar grubuyla gittiğimiz bir oyun terapisinde öğrenmiştik.
Çocuğa seçim yapmayı ve seçiminin sonucunu yaşamayı öğretiyor, da bazen böyle durumlarda biraz karışık geliyor bana.
Şöyle bir cümle: Aziz Arif, suda kalıp mavi topunla oynamayı seçebilirsin ya da suda kalıp mavi topunla oynamamayı seçebilirsin.
Yok bu olmaz. “Oynamamayı” dedim. Olumsuz oldu.
Bir daha deneyeyim: Aziz Arif kendi mavi topunla oynamayı seçebilirsin ya da suda topsuz oynamayı seçebilirsin.
Hmmm, şimdi de “topsuz” dedim. Olumsuz sayılmaz mı o...
Sıfır top mu deseydim ama daha matematiğe hakim değil, yani hiç bilmiyor, sıfır.
Erkek çocuklara matematiği çok erken öğretmeye çalışmayın diyolar. Kimdir bu ‘diyolar’ ya?
Diyolar yeni Ana Britannica bu arada. Her gün mutlaka o cümlelerden kuruluyor. “Kahvaltıdan önce ılık su için diyolar” gibi.
Neyse, ben şimdilik ‘topsuz’ versiyonunu deneyeyim, sonra Ayşe’yi arar sorarım. Derken...
Biz bir şekilde mavi topla oynamaya başladık.
Allah’tan çabuk sakinleşen, tutturunca tutturmayan bir oğlum var.
“Annem iyiden iyiye saçmalamadan şu mavi topu ona atayım da hayat devam etsin” demiş olabilir. 
Bu kadar bilgiyle ne yapacağız biz sözüm ona modern anneler?
Annem gelir “aferin” der, babası gelir “gel garaj yapalım” der, konu komşu “yerim” der.
“Anne aferin demiyoruz”, “Serdar biz yönlendirmiyoruz”, “Müjde teyzecim o yemek değil ki, yerim demiyoruz” demekten ve haldır haldır iki olumlu seçenek aramaktan bitap düştüm.
Bütün hıncımı da Ali’den çıkardım.
Bir de şu var, bayılıyorum:
Yahu biz aferinle, lahmacunla, yerim seni denilerek büyüdük, kötü mü olduk yani? Herkes kendine bayılırmış da haberimiz yokmuş.
O değil de, ben Ali’ye suda ne demeliydim acaba?
En iyisi pedagogu arayayım ben.
Pemra sen de Özgür Bolat’ı ara, şu aferini durduramıyorum, onu iyice bir anlatsın.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları