Küreselleşen arefe

PRENSES Diana 1997’de öldüğüne göre, ‘bu konudaki en eski yakıştırmalar’dan biri demek ki aşağıdaki paragraf.

Haberin Devamı

 

Asalında daha iyileri de vardı ama, bunu bulabildim. Soru basitçe şöyle soruluyordu:
“Küreselleşme nedir?”
Yanıt karmaşıktı biraz:
“Bir İngiliz prensesi, Mısırlı erkek arkadaşıyla, bir Fransız tünelinde, Hollanda motoruna sahip, İskoç viskisiyle sarhoş olmuş bir Belçikalı’nın kullandığı bir Alman arabası ile kaza yaptı. Japon motosikletli İtalyan paparazziler tarafından takip ediliyorlardı. Amerikalı bir doktor tarafından, Brezilya yapımı ilaçlarla tedavi edilmeye çalışıldılar. Bu mesaj sana bir Türk tarafından Bill Gates teknolojisi kullanılarak gönderildi ve sen de muhtemelen bunu bir Singapur tesisinde Bangladeşli isçilerin yaptığı Tayvan malı çiplerin ve Kore malı monitörlerin kullanıldığı bir bilgisayardan okuyorsun. Büyük olasılıkla da bu bilgisayar Hintlilerin kullandığı kamyonlarla taşındı, Endonezyalılar tarafından kaçırıldı, Sicilyalı liman personeli tarafından boşaltıldı, Meksikalı kaçakçılar tarafından taşındı ve son olarak da Yahudiler tarafından sana satıldı. Sen de bir Türk olarak okuyorsun. İşte küreselleşme budur.”
Köprülerin altından çok sular geçti. Etrafa biraz alıcı gözlerle bakarsanız, “Küresel arefeniz hayırlı olsun” dileğimi geri çeviremeyeceksiniz.

***

Haberin Devamı

“Almanya İtalya’yı penaltı atışlarıyla yenerek yarı finale çıktı.”
Yok öyle olmadı!
“Zenci Almanlar zenci İtalyanları çeyrek finalde elediler.”
Küreselleşmenin bir gereksinim değil de nasıl bir “menfaat zinciri”nden ibaret olduğunu bundan daha iyi anlatacak başka bir fotoğraf karesi var mı?


Lavanta ve mandalina kokusunda huzur

CUMARTESİ sabahı sevgili Tunç Başkan’la EGE TV ekranlarında sohbet ettik.
Yaz sıcaklarında biraz soluklanacak “Ferah Kahvesi”nin sezon sonu programında siyasetten uzak konuştuk.
Mandalinadan lavantaya, zeytinyağına, “Başka bir tarım mümkün” projesinden “birkaç mavi bayrak sahibi olan tek beldemize” 49 kilometrelik Seferihisar sahiline, enerjiye dair öngörülere kadar pek çok şey konuştuk; zaman yetmedi!
“Doğa Okulu”ndan, “Masal Evi”nden bahsederken, lâf döndü dolaştı Cemal Süreya’nın “Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce bir kedinin resmini bile cetvelle çizerler” vurgusuna geldi.
“Sakin Şehir” (Cittaslow Seferihisar) idealinin “doğanın dengesiyle uyum içinde yaşamak, ondan daha hızlı olmaya çalışmamak, onunla yarışmamak, onunla itişmemek” olduğunun altını çizdi Tunç Soyer.
Ve ekledi: “Bunu sadece çocuklarımızı doğru yetiştirerek yapabiliriz.”
Afrikalı’nın –çok hızlı gidiyoruz ruhumuz arkada kaldı- fıkrasına güldük birlikte.
Anadolu’nun bereket kokan ruhunu “büyüklere masallar” anlatanlardan korumak için, “mutlaka aslımıza dönmeliyiz, doğaya, toprağa ve tarıma” diyerek kapattık programı.
Yazıyı yazarken düşündüm de, “küresel bir bayram”dan kendimizi sakınmak galiba gerçekten “sakin, yavaş ve dingin” olmakla mümkün.

Yazarın Tüm Yazıları