Kadınsız cumhuriyet, cumhuriyetsiz demokrasi

Cumhuriyet ve demokrasi, ‘ayrılmaz ikili’ gibi olarak görülse de tarih onların ayrılığına çok kez tanık oldu.

Haberin Devamı

İLERİ DEMOKRASİNİN EN GERİ BİÇİMİ!

 

Bugün ‘cumhuriyet’ denince çoğumuzun aklına her vatandaşın eşit haklara sahip olduğu ‘demokratik’ bir rejim gelir. Demokrasiyi, cumhuriyetin sonraki aşaması gibi düşünüyoruz. Oysa tarihe baktığımızda bunun tersini görmek mümkün. Demokratik toplumlar, muhtemelen antik cumhuriyetlerden çok uzun zaman önce ortaya çıktı. Araştırmalar Kuzey Amerika’dan Amazon bölgesine, Afrika’dan Avusturalya’ya kadar çok sayıda “ilkel (!!!)” kabilenin hem demokratik yaşayışa sahip olduğunu, hem de çevreyle uyumlu olduklarını gösteriyor. Bu eşitlikçi topluluklarda, mutlak liderden ziyade erkek-kadın bilgelerin ağırlığı vardır. Bizler insanlığın, ‘vahşilikten medeniyete’ uzanan dümdüz bir çizgide ilerlediğini varsayarız. Oysa demokratik kabileler, medeniyetin ‘en ileri’ değil, belki de ‘en erken’ aşaması.

 

Haberin Devamı

KABİLE HİYERARŞİSİNDEN KANUNDA EŞİTLİĞE

 

‘Kabile’ kavramı, demokrasi tarihinde M.Ö. 500 civarında tekrar karşımıza çıkar. Atina demokrasisinin kurucu babası Kleistenes, kan bağlarına dayalı kabile hegemonyasını kırarak, bunun yerine yurttaşlığa dayalı bir toplumsal örgütlenme modeli getirdi. Ayrıca meclisin ve halk oylamasının gücünü arttırdı. Ne var ki ‘demokratik’ şehirleri veya görkemli Roma Cumhuriyeti’ni günümüzden ayıran çok önemli bir fark vardır: Bunlar ‘kadınsız’ cumhuriyetlerdir. Üstelik kölelik, bu çağların ayrılmaz unsuruydu. Yani antik cumhuriyetler, öyle herkes için eşitlik demek değildi. Ama sakın bu ‘anti-demokratik’ durumu o çağlara özgü sanmayalım…

 

KADINSIZ CUMHURİYETLER

 

1776’da ABD’nin kuruluşu ve 1789 Fransız Devrimi, bugün bildiğimiz demokratik cumhuriyetlerin başlangıcı sayılır. Oysa ‘insan’ haklarını savunan bu yeni rejimler bile “halkın kendini yönetmesi” derken aslında sadece erkekleri kast ediyordu. Dolayısıyla kadınların cumhuriyet ve demokrasinin tam parçası olması uzun bir mücadeleyle gelecektir. Öyle ki kadınlar, ulusal düzeyde oy hakkını ABD’de 1920’de, Fransa’da ise ancak 1944’te elde ettiler! (Türkiye Cumhuriyeti’nin, sandıktaki kadın-erkek ayrımını 1934’te kaldırdığını unutmayalım.) ABD’de ve Fransa’da kadınların demokratik hakları meselesi günümüzde çoktan çözülmüş görünse de azınlık hakları gibi konularda fiili ayrımcılığın izlerini bugün bile görmek mümkün. Yani cumhuriyet, tam demokrasiyi öyle promosyon olarak yanında bedavadan getirmiyor. Demokrasinin cumhuriyetten bağımsız bir tarihi akışı var. Bunun en açık örneği, anayasal monarşiler… 

 

Haberin Devamı

EVRİMCİLER VE DEVRİMCİLER

 

Birleşik Krallık (İngiltere), Norveç, İsveç, Danimarka, Belçika, Lüksemburg, Japonya, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda; ve ayrıca İspanya, günümüzde demokratik gelişmişlik düzeyinde en üst sıralarda yer alıyor. Bunlar anayasal monarşiler. Yani devletin en tepesinde bir kral veya kraliçe var. Ortak özellikleri, hiçbirinin ‘cumhuriyet’ olmaması. Diğer bir ifadeyle, bunlar cumhuriyetsiz demokrasiler.

 

Gelelim cumhuriyetlerdeki demokrasiye… Rusya, Türkiye, Çin ve İran, engin tarihi, köklü gelenekleri olan büyük devletler. Bu devletler, krallarını / sultanlarını / şahlarını devirerek, farklı ideolojilerde cumhuriyetler kurdular. (Bu listeye Irak, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya gibi ‘iliştirilmiş krallar’ın devrilmesiyle kurulan cumhuriyetleri de ekleyebiliriz.) Ne gariptir ki bu ‘devrimci cumhuriyetlerin’ hiç birisi yukarıda saydığımız ‘evrimci monarşilerin’ demokratikleşme düzeyine ulaşabilmiş değil.

 

Haberin Devamı

Elbette bu örneklerden hareketle monarşinin cumhuriyetten daha üstün bir rejim olduğunu öne süremeyiz. Yine de aralarındaki demokratik farka bakarak, şunu söyleyebiliriz: Devrimler Çağı sertti. Üstelik bu devrimler, dar ölçekli lider kadroların öncülüğünde gerçekleşti. Demokrasi ise tam tersine, karar mekanizmaları dar kadrolardan farklı kesimlere yayıldığında gelişir. Dolayısıyla tarih boyunca devrimle gelen cumhuriyetler, ilk etapta otoriter bir dönemden geçtiler. Bu, Fransız Devrimi’nde bile geçerliydi. Oysa yukarıda saydığımız anayasal monarşiler, daha yumuşak geçişlerle demokratikleşmeyi başardılar. Devrim yerine toplumsal evrim, onları pek çok yıkıcı çatışmadan korudu.

 

Haberin Devamı

KISSADAN HİSSE

 

Şurası çok açık: Geçmişte çok büyük bedellerle kurulan cumhuriyet, ne kadar değerli olsa da günümüzde tek başına yetmiyor. Yanına mutlaka bireysel hukukun üstünlüğünü ve –gerçekten- çoğulcu demokrasiyi eklemek gerekiyor. Bunun yolu da devrimci-darbeci çatışmadan değil, uzlaşmacı ve kapsayıcı bir dönüşümden geçiyor. Kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir hepimiz için; istisnasız herkes için.

Yazarın Tüm Yazıları