Helesa yalesa

Ramazan sadece Müslümanlarla ilgili görünse de, Osmanlı’daki yerel gelenekler, kültürel etkileşimi de beraberinde getiriyordu. ‘Helesa yalesa’ da bunlardan biri.

Haberin Devamı

‘‘KÜBERA, tüccar ve esnaf, İslam olsun, Hıristiyan olsun, bütün ahbaplarına ramazanda büyük tepsi ile baklava, kandil geceleri şeker, çörek gönderirdi.” Abdülaziz Bey’in bu satırları, çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Osmanlı’da farklı dinden olanların birbirlerinin bayramlarına, dini günlerine saygı göstermesi defalarca vurgulanmıştır. Örneğin Nicholas Doumanis’in Anadolu Rumları için verdiği örnekler, hemen her bölge için geçerliydi. Özellikle de ramazan, kültür alışverişini belirgin kılan bir dönemdi.


SİNOP GELENEĞİ


Ali Rıza Bey’den öğrendiğimize göre İstanbul’da ramazan ayında Kariye, Fethiye ve Toklu Dede camileri özel olarak ziyaret edilirdi. İlk bakışta, bu ziyaretlerin Müslümanlıkla doğrudan bağını kurmak zordur. Kariye, mistik yönleriyle bilinen bir manastır kilisesi; Fethiye Camisi ise 1455-1590 arasında Patrikhane’nin kilisesiydi. Kariye’nin fetih-öncesi kutsallığını Müslümanlığa taşıyan bir bağlantı da vardır tabii. İnanışa göre İstanbul’un Araplarca kuşatılması sırasında şehit düşen sahabeden Ebu Said el-Hudri’nin kabri-makamı buradadır. Oysa tarihi veriler bu bilgiyi desteklemez. Benzer bir durum, Toklu Dede mescidi için de geçerlidir. Yani, bu mekânların kutsallığı iki dinde de kabul görmüş, folklorik bir geleneğe dönüşmüştür.
Ramazandaki kültürler arası etkileşimin bir örneğini de Sinop’ta görürüz. Ramazanın 15’inci gecesinde insanlar, çocuklarla birlikte, fenerlerle süslü, boş bir ahşap tekne taşıyarak şehirde dolaşırlar. Tabii esas gaye, ihtiyaç sahiplerine sadaka toplanmasıdır. Şarkılar eşliğindeki bu “Helesa yalesa” geleneğinin kökeni, erzakları biten gemicilerin yardım için gece vakti şehri dolaşmasına kadar uzanır. Sinop’ta günümüzde bile sürdürülen bu gelenek, elbette uzak bir geçmişin, ortak denizci kültürünün anısıdır. “Helesa yalesa” ifadesine ayrıca İstanbul davulcularının ramazan manilerinde de rastlarız. 18’inci yüzyıldan kalma Ramazanname adlı esere göre davulcu ve bekçi, sahurda para toplarken evdekilere aynı nidayla seslenirdi. Ayrıca, elinde fenerle teravihden dönenleri korkutmaya çalışan haylaz çocuklar da “Helesa yalesa” diye bağırıyorlardı.

Haberin Devamı


HOŞGÖRÜNÜN ARTTIĞI AY

Haberin Devamı


Ramazandaki dinler arası etkileşim sadece nezaketten veya ortak bir folklordan ibaret değildi elbette. 19’uncu yüzyıl sonlarında, şehirdeki yabancı uyruklular da hesaba katıldığında başkentteki gayrimüslimler nüfusun en az yarısını oluşturuyorlardı. Dolayısıyla Şehzadebaşı–Direklerarası’ndaki gösteriler, sergiler, sabaha kadar açık kahvehaneler, Müslümanlarla birlikte gayrimüslimleri de kendine çekiyordu. Gösterilerin önemli bir kısmında da zaten gayrimüslimler sahne alıyordu. François Georgeon, bu etkinliklerin İstanbul’da nasıl ortak bir kamusal alan oluşturduğunu incelemiştir. Ramazan, Müslümanlar için dini duyguların en fazla öne çıktığı dönem olmasına karşın, taassuba yol açmamış; tam tersine “mağfiret ayı” artan bir hoşgörünün ve sosyalleşmenin aracı olmuştur. Elbette gayrimüslimler de, oruç zamanı sokakta yiyip içmekten imtina ediyor; çoğu restoran gündüzleri kapanıyordu.

Haberin Devamı

Camiler ve Hıristiyanlar

RAMAZAN ayında camileri dolduran Osmanlılar, bu ibadethanelerin yapımında Hıristiyanların yer almasında hiçbir sakınca görmemişlerdir. Üsküdar Selimiye Camisi’nden Nuruosmaniye Külliyesi’ne, Dolmabahçe ve Ortaköy camilerine kadar çok sayıda ibadethane için bu durum geçerlidir. Ömer Lütfi Barkan’ın ortaya koyduğu üzere, Süleymaniye Camisi’nin yapımında çoğunluğu oluşturan Hıristiyan ustalar ve işçiler, pazar günleri kiliseye gidip, Noel ve Paskalya’da çalışmazken, Ramazan Bayramı’nda ve Kurban Bayramı’nda da tatil yapıyorlardı.

Yazarın Tüm Yazıları