Darbeler Çağı ve 27 Mayıs

27 Mayıs yorumlanırken, genellikle Türkiye’nin iç siyaseti esas alınır. Oysa, 55 yıl sonra, meseleye farklı bir perspektiften yaklaşmak mümkün.

Haberin Devamı

27 Mayıs 1960, hiç kuşkusuz Türkiye tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri. Çok kaba bir tanımla, 27 Mayıs, Demokrat Parti iktidarına askeri rejimle son veren, yeni bir anayasal düzeni başlatan süreçtir. Ama ulusal ölçekten çıkarıp, geniş bir çerçeveden bakınca onu “Darbeler Çağı”nın bir parçası olarak okumamız da mümkün. “Darbeler Çağı” (veya Dönemi) deyince pek çoğumuzun aklına 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri; hatta 28 Şubat Süreci gelebilir. Hayır, bu “Darbeler Çağı”, o darbeler dönemi değil. Gelin, bu döneme adım atmadan önce, 1958 yılına, darbelere uzak görülen bir ülkeye, Fransa’ya gidelim.

DARBE GİRİŞİMİYLE BAŞLAYAN ZORAKİ DEĞİŞİM

II.Dünya Savaşı’nda kaybettiği güç nedeniyle Avrupa’nın kolonilerini eskisi gibi yönetemeyeceği açıktı. Cezayir Bağımsızlık Savaşı yıllarında, ülkenin yönetiminden “rahatsız” bir grup Fransız subay ve sivil destekçileri, Cezayir merkezli bir askeri darbe girişiminde bulundular (13 Mayıs 1958). 24 Mayıs’ta paraşütlü birlikler Korsika’ya indi. Bir sonraki hedefin Paris olduğu aşikardı. Olaylar, Fransa’da siyasi bir krizi tetikledi ve askerlerin talebi doğrultusunda “emekli komutan-siyasetçi” Charles de Gaulle, özel yetkilerle aktif siyasete döndü. Anayasal bir reformla, cumhurbaşkanının halk oylamasıyla seçilmesi gibi temel değişiklikler yapıldı. Böylece Fransa’da “5.Cumhuriyet” dönemi başladı. II.Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan değişim ihtiyacı, sadece Kıta Avrupası’na özgü değildi elbette. Ortadoğu’da darbe yönetimleri işe koyulmuştu bile...

Haberin Devamı

ÖNCE SURİYE, SONRA HÜR SUBAYLAR

“Darbeler Çağı” 1949’da Suriye’de başladı. 1946’da son bulan Fransız askeri varlığı ardından, ülkenin kim tarafından ve nasıl yönetileceği önemli bir soruydu. Bu mücadele, sivil cumhurbaşkanını saf dışı bırakan, üç -zincirleme- askeri darbeyle sonuçlandı. Bu dönem, 1954’te yeni bir darbeyle kapandı.

Mısır’da ise 1952’de “Hür Subaylar Hareketi”, darbeyle meşrutî-krallık dönemine son verdi ve cumhuriyet rejimini kurdu. 1956’da, ülkedeki İngiliz askeri varlığı son buldu. Nasır’ın Mısır’ı, Arap milli uyanışının simgesiydi adeta.

Haberin Devamı

TÜRLÜ TÜRLÜ DARBELER

Mısır’daki “millici darbe” durumunun tersi ise İran’da karşımıza çıkar. 1951’de petrolün millileştirilmesi kararından iki yıl sonra, 1953’te Muhammed Musaddık iktidarı, bir askeri darbeyle son bulur.

Komşu Irak’ta, 1958’de General Abdülkerim Kasım liderliğindeki askeri darbe, krallık rejimini bitirir. Aynı yıl Lübnan’da ise farklı bir askeri hareketlenme yaşanır. Ülkedeki yüksek gerilime son vermek için ABD askerleri doğrudan müdahalede bulunurlar.

“TÜRK ORDUSU VAZİFE BAŞINDA”

Sonraki darbe, bildiğimiz üzere 27 Mayıs 1960’ta Türkiye’de yaşandı. “Bütün yurtta idareyi fiilen ele alan silahlı kuvvetlerimiz”, Atatürk’ün önderliğinde biçimlenen anayasal düzeni değiştirdi. O yıllarda sıkça kullanılan bir ifadeyle “İkinci Cumhuriyet” rejimi kuruldu.

Haberin Devamı

Bu baş döndürücü darbe listesinin sonraki halkaları ise 1960’larda Suriye ve Irak’taki BAAS rejimlerinin hakimiyetidir.


DARBELERİN ARDINDA KİM VARDI?

Pek çok yorumcu, saydığımız darbeleri Batılı güçlerin hamleleri olarak niteler. Elbette olup bitenler, Avrupa’nın bölgede azalan gücüyle; ABD ve Sovyet Rusya liderliğindeki Soğuk Savaş’la doğrudan ilgiliydi. Onların darbelerdeki rolünü kanıtlayan belgeler de mevcuttur. Ama yine de kolaycı sonuçlara varmamak gerek. Yapılan en büyük yanlışlardan biri, olayları sadece Batı merkezli olarak kayda geçirmektir. Eğer bu anlayışa teslim olursak, bölgedeki tüm siyasi aktörleri, yalnızca Batı’nın kukla unsurları olarak kabul etmemiz gerekir! Oysa ayrıntılara bakınca, ‘yabancı güçler’in her düşüncesini uygulayacak maharette olmadığı görülüyor. Üstelik “Darbeler Çağı”, sadece dış etkenlerle de açıklanamaz. İç dinamiklerde ekonomi, sosyal sınıflar, gelir dağılımı, laiklik, din ayrımı ve mezhepler gibi etkenler öne çıkar.

Haberin Devamı


DEVRİM Mİ, DARBE Mİ, KONJONKTÜR MÜ?

İç dinamikler incelendiğinde, tüm darbeler farklı mahiyette gözükebilir. Örneğin, 27 Mayıs, milliyetçi, otoriter aydınlanmacı bir bakışla ‘devrim’ sayılırken; anayasal hukuk açısından ‘darbe’dir. Haliyle anayasal dayanağı olmayan ihtilalin tutuklamaları, işten el çektirmeleri, yargılamaları ve idamları da hukuka aykırıdır. “Amerikancı” Menderes’in devrilmesi, bir milli bağımsızlık hareketi olarak görülebileceği gibi; aynı olay dış politikada “kendi bildiği gibi davranma” sinyalleri veren Menderes’in Batı tarafından tasfiyesi olarak da okunabilir. (Dikkat edilirse Menderes’le birlikte idam edilenlerden birisi de ‘sabık’ Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ydu.)

Haberin Devamı


HERKESİN DARBESİ KENDİNE Mİ?

Elbette 27 Mayıs’ta olduğu gibi her darbenin/devrimin özgül koşulları vardı. Ama bu, genel resmi değiştirmez. Ortadoğu’da 1949-1963 arasındaki darbelerin merkezinde, II.Dünya Savaşı sonrasında değişen dengelerden yararlanıp, bağımsız hareket etmeye çalışan milli-yerel güçlerin olduğunu söyleyebiliriz. 27 Mayıs da bu sürecin bir parçasıydı. Darbeler Çağı’nın liderleri, değişim sürecini sıkı sıkıya kontrol edip, ne pahasına olursa olsun ona yön vermek istediler. Bu çabalar, iç rekabeti beraberinde getirecek; darbeler darbeleri izleyecektir. Silahsız, sivil, anayasal reformlar ise hep “bir başka bahara” kalacaktır.

Yazarın Tüm Yazıları