1365 yıldır bulunamayan yüzük ve ilk büyük fitne

Peygamber’in vefatından sonraki 30 yılda Müslümanlar Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya uzanan dev bir alana hükmediyorlardı. Ne var ki peygamber yüzüğünün kimin hakkı olduğu tartışması büyük ayrılığın habercisiydi…

Haberin Devamı

YILLAR SONRA, AYNI KUYUNUN BAŞINDA...

Hz. Osman, Medine’nin biraz dışındaki Eris Kuyusu’nun başındaydı...
Bu kuyunun özel bir anlamı vardı onun için.
Yıllar önce, Hz.Muhammed ayaklarını bu kuyuya sarkıtmış otururken yanına sırasıyla Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve kendisi gelmişti.
Peygamber burada, üçüne de cennetle müjdelendiklerini söylemişti.
Üçüncü halife Hz. Osman, şimdi aynı kuyunun başında, aşağıdan gelecek haberi bekliyordu...

1365 yıldır bulunamayan yüzük ve ilk büyük fitne

HERKES YÜZÜĞÜ BULMAYA ÇALIŞIYOR

Tam üç gündür herkes, sabah akşam demeden çalışıyordu.
Olaydan hemen sonra kuyunun bütün suyu boşaltılmıştı.
Aşağıya inenler, karanlık zeminde pür dikkat bir yüzük arıyorlardı.
Hz.Osman, yüzüğün kaybolmasından ötürü çok üzgündü. Çünkü üç gün önce, düşüncelere dalmış bir halde yüzüğü bir parmağından çıkarıp diğerine takarken yanlışlıkla kuyuya düşüren kendisiydi.
Kuyuya düşen o gümüş yüzük, Hz. Muhammed’in yüzüğüydü!
Üstelik kayıp yüzüğü değerli kılan, peygamber yadigârı olması değildi sadece. Daha da önemlisi, yüzüğe nakşedilmiş olan mühürdü.
Bu mühür, Bizans İmparatoru’nu, İran Kisra’sını ve Habeşistan Kralı’nı İslam’a davet eden mektuplar için özel olarak hazırlanmıştı.
Mühürde üç satır ve üç kelime vardı: ‘Muhammedûn Resûllullah’ diye okunurdu. Yani, ‘Allah’ın Elçisi Muhammed’.
Tüm yazışmalarını yüzüğüyle mühürleyen Peygamber’in ve İslam’ın ilk mührü kayıptı!
Üç gündür herkes Eris Kuyusu’nda işte bu mührü arıyordu. Ama tüm çabalara rağmen bulunamadı. Bunun üzerine Hz. Osman o mühürlü yüzüğün bir benzerini yaptırmak zorunda kaldı.
Kimilerine göre, ‘sükûnet’ dönemi bu olayla son buldu. Müslümanlar arasındaki ‘fitne’, ilk mühür 650 yılında (Hicrî 30) kaybolduktan sonra başladı!
1365 yıl önce kuyuda kaybolan o mühür, bugün yeniden gündemde. Ortadoğu’yu birbirine katan IŞİD’in siyah bayrağının üzerinde, işte o mühür var!

Haberin Devamı

NAMAZ KILDIRAN SARHOŞ VALİ

650 yılında bir sabah herkes mescitte yerini almış, namazı kıldırması için valiyi bekliyordu. Kûfe şehrinin ve Irak’ın genel valisi olan Velid bin Ukbe, yalpalayarak içeri girdi. Cemaatten kimileri bu manzaraya daha önce de tanık olmuştu:
Vali yine sarhoştu!
Velid bin Ukbe en öne geçti ve cemaate namazı kıldırdı. Üstelik iki rekatı dört rekat yaparak! Ardından da cemaate dönüp gülerek şu soruyu sordu:
“(İsterseniz) daha da arttırayım mı?”
İslam’ı kabul eden altıncı kişi olan İbn Mesud, Vali’nin bu sorusunu sert bir ifadeyle yanıtladı:”Biz seninle yeterince birlikte olduk.”
Bu, halkın sabrını taşıran olaydı.
Konu bu defa kapanmadı ve haber Medine’ye, Halife Hz.Osman’a kadar ulaştı.

Haberin Devamı

BÖLGE VALİLERİ GİDEREK GÜÇ KAZANIYOR

Irak Genel Valisi’nin durumu, Hz.Osman döneminde Müslümanlar arasında hoşnutsuzluğa yol açan olaylara iyi bir örnektir.
Bölge valileri, ülke büyüklüğündeki geniş alanları yönetiyordu.
Pek çok kişi, Hz. Osman’ın bu önemli görevlere hep kendi kabilesinden (Emevi) olanları atamasını eleştiriyordu: Hem bunların bir kısmı İslam’ı Mekke’nin fethiyle birlikte mecburen kabul etmiş kişiler (tuleka) değil miydi?

SAHTE MÜHÜR VE HZ.OSMAN’IN KATLİ

Bu şikâyetler, sonunda bir darbeye dönüştü.
656 yılında Mısır ve Irak’tan gelen isyancılar başkent Medine’yi kuşattılar.
Neyse ki görüşmeler sonucunda şehirlerine dönmeyi kabul ettiler.
Tam herkes krizin atlatıldığını düşünüyordu ki...
İsyancılar, Hz. Osman’ın Mısır Valisi’ne gönderdiği mühürlü bir mektup ele geçirdi: Mektupta isyancıların idam edilmesi emrediliyordu!
Ancak bu mektubu taşıyan ulak o kadar basit bir şekilde yakalanmıştı ki...
Olay buram buram komplo kokuyordu.
Hz. Osman mektubu ne kendisinin, ne de yardımcısının yazdığını belirtti.
Zaten söylenenlere göre halifenin mektuptaki mührü sahteydi.
Buna rağmen halife, isyancıların acımasız saldırısından kurtulamadı.
Eve saldıran güruh, Kuran okumakta olan Hz.Osman’ı -başını kılıçla keserek- şehit etti.
Bu ‘faili meçhul’ saldırıda can verdiğinde üçüncü halife, 80 yaşının çok üzerindeydi.

Haberin Devamı

HALİFE’NİN ÖLDÜRÜLMESİ BİR KOMPLO MUYDU?

Kimi yorumculara göre tüm bu olaylar sırasında, hepsi Emevi kabilesinden olan bölge valilerinin tutumu şüphe uyandırıcıdır.
Hz.Osman’ın yetkilerini arttırdığı isimlerden olan Ebu Sûfyan-oğlu Muaviye, Suriye Valisi idi. Öyle ki Muvaiye, isyandan bir süre önce başkent Medine’deki bölge valileri toplantısında esip gürlemişti: “Eğer halifenin başına bir şey gelirse Medine’yi atlılarla doldururum!”
Buna rağmen onlara bağlı askerî birlikler iki ay boyunca, halifeyi isyancılardan kurtarmak için Medine’ye -bir türlü- varamadılar.
Komplo olsa da olmasa da sonuç ortadaydı: Hızlı zenginleşme, kendi liderini kurban etmiş; iktidar savaşı, ‘kardeşlik’ öğretisine baskın çıkmıştı.
Artık Müslümanlar için yıllar sürecek bir ‘fitne’ devri başlıyordu...

Haberin Devamı

SORUNLU SEÇİM, ZORUNLU HALİFE

Hz.Osman şehit edilmişti ama ortada büyük bir sorun daha vardı:
Yeni halife kim olacaktı?
İsyancılar derhal yeni bir halife seçilmezse şehri yağmalayacaklarını söylediler! Endişe içindeki Medine halkının ısrarı karşısında Hz. Ali, görevi kabul etmeye mecbur kaldı. Hatta rivayete göre halife seçildiğinde halka şöyle seslenmişti: “Ben bu işinizi istemiyordum. Ama siz ille de beni başa getirmek istediniz. Şunu bilin ki, sizin rızanız olmadan bu işi yürütmek mümkün değildir.*”
Hz. Ali vahametin farkındaydı.
Dördüncü halife işte böyle zorunlu ve sorunlu bir şekilde başa geldi.

HZ. ALİ, İLK ÜÇ HALİFEYE KARŞI ÇIKTI MI?

Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halifeliği süresince, Hz. Ali hiçbir muhalif harekette yer almamıştı ve üçüne de biat etti.
Otuz yıldan uzun süre boyunca aktif yönetimin, siyasetin ve fetihlerin dışında kalmayı seçti.
Ancak gerektiğinde halifelere ‘danışmanlık’ yaptı, fikirler verdi.
Daha çok ibadetlerin ve hukukun (fıkıh) bozulmadan öğretilmesine odaklandı. Ne var ki, Hz.Osman’ın son dönemlerindeki bazı kararlara eleştirileri olacaktı...
Örneğin sarhoş namaz kıldıran Velid bin Ukbe’nin derhal görevden alınmamasını ve ona verilecek cezanın hafifletilmesini hukuka aykırı bulmuştu.
Çünkü Kuran ve sünnetten uzaklaşılmasına karşıydı.
Eleştirdiği başka kararlar da vardı. Ne var ki Hz. Ali, halifenin otoritesine karşı çıkmıyor, sadece bazı icraatlarını eleştiriyordu.
Hz. Ali halife seçildiğinde, Emevi bölge valilerinin ona muhalefeti ise çok sert oldu: Kararlarını tanımadılar. Ancak o, valilerle mücadeleye girişmeden önce başka bir meseleyi halletmek zorundaydı...
Cemel Vaka’sı’nda Peygamber’in dul hanımı Hz. Aişe ve onun müttefiklerini yendi.
Ardından Suriye Genel Valisi Muaviye bin Ebi Süfyan ve müttefikleriyle savaştı. Üç ay süren bu sonuçsuz savaş (Sıffîn) yüzünden ordusundaki bazı kabileler ayrılıp İslamiyetin ilk siyasi mezhebini, yani Hariciliği kurdular.

Haberin Devamı

İLK SİYASİ MEZHEP: HARİCÎLER

Haricîler, başta Hz. Ali’yi desteklerken sonrasında hilafetin ona da Muaviye’ye de ait olmadığını öne sürerek ayrıldılar. Üstelik bu iddialarını Kur’an hükümleriyle ilişkilendirip ilk siyasi mezhep oldular. Hz .Ali’yle aynı günlerde Muaviye ve Amr ibn As’a da suikast düzenlediler, ancak amaçlarına ulaşamadılar. Çoğunlukla Bedevi kabileleri arasında kabul görmüş bir harekettir. Katı, anarşist tavırlı, acımasız ve çatışmaya eğilimliydiler. Kısa süreli bölgesel hâkimiyetler kazansalar da savaşlarda genellikle ağır yenilgiler aldılar. Ayrıca kendi aralarında sıkça bölündükleri için eylem ve suikastlarını gruplar halinde sürdürdüler. Pek çok kanlı eylemde bulundular ve bir süre sonra tarih sahnesinden çekildiler. Günümüzde Haricîlerin devamı olan ancak ılımlı kolu sayılan İbadîler (İbazîler), yoğun olarak Umman ve Zanzibar’da yaşarlar. Toplam nüfusları 2 milyonun altındadır.

1365 yıldır bulunamayan yüzük ve ilk büyük fitne

PEYGAMBERİN SÖZLERİNİ HATIRLAYINCA...

Bin kişilik bir kuvvetle ilerliyorlardı... Hz. Aişe, devesinin üzerinde yolculuk yaparken bir nehir kıyısına geldiklerinde uzaktan havlamalar duydu. “Neredeyiz?” diye sordu adamlarına. “Basra yakınlarındaki Haveb suyunun kıyısında” cevabını duyunca bir anda sarsıldı.
Resulullah’ın yıllar önceki sözleri geldi birden aklına...
“Bakalım hanginize Haveb’in köpekleri havlayacak!” demişti bir gün.
Tüm bunlar tesadüf olabilir miydi?
Bunu hatırlayınca daha fazla ilerlemek istemediğine karar verdi.
Devesinin üzerindeki bineğinden yanındakilere seslendi:
“Durun... Benim buradan dönmem gerek.”
Eğer o anda, kafiledekiler onu devam etmeye ikna etmeselerdi, Hz. Aişe, Müslümanların ilk içsavaşında yer almayacaktı belki de.
Hz. Aişe son yıllarda Hz. Osman’ın icraatlarına açık açık muhalefet etmişti. Bunların başında da Velid bin Ukbe’nin valiliği vardı.
Ancak, Hz. Ali’nin halife seçilmesinden de memnun olmadı. Hz. Osman’ın katillerinin bulunmamasından ötürü Hz.Ali’yi suçladı ve onun hilafetini tanımadı. Hatta müttefikleriyle beraber Mekke’de oluşturdukları bir güçle kuzeye ilerleyip Basra’yı ele geçirdiler.
Bu hareketin sonucu açıktı: Peygamber’in dul eşi Hz. Aişe, ilk Müslümanlardan bir grupla birlikte savaş meydanında Peygamber’in damadı Hz. Ali’yle karşı karşıya gelecekti!
Aslında bazı rivayetlere göre iki taraf anlaşmıştır. Ancak ortada kalacağını düşünen bir grubun çadırlara yaptığı baskınla savaş bir anda patlamıştır.
Muharebede binlerce kişi ölmüş, Müslümanlar ilk defa kitleler halinde Müslüman kanı akıtmışlardır.
Çarpışmaların ilerleyen aşamalarında en önemli hedef, devesi üstündeki Hz. Aişe olduğu için bu savaş ‘Cemel Vaka’sı’ yani ‘Deve Olayı’ adıyla anılır.
Sonuçta Hz. Aişe ve müttefikleri yenildiler. Hz. Ali tarafından bağışlanan Hz. Aişe, siyasetten uzak bir hayat sürmek üzere Medine’ye döndü.
Bu olay, siyasi mezheplerin oluşmasına doğrudan etki etmese de, Cemel Vakası’ndan sonra ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’tır.

‘Harici’ suikastçının hedefi Hz. Ali

Hz. Ali’nin durumu giderek ağırlaşıyordu. Yarası çok derindi.
İçmesi için bir miktar süt getirdiler. Sütün yarısını içtikten sonra:
“Bu sütü alın o zindandakine götürün”.
Odadakiler bir an duraksayarak ona kimi kastettiğini sordular.
“Zindandaki beni yaralayandır.”
Herkes bu yanıta çok şaşırsa da dediğini yaptılar.
Ama İbn Mülcem, Hz.Ali’nin gönderdiği sütü içmedi:
“Ben bu sütü içmem. Siz beni bununla zehirleyeceksiniz!”.
İbn Mülcem’in böyle düşünmesi çok doğaldı.
Çünkü Hz. Ali, daha iki gün önce öldürmek için üzerine kılıçla saldırdığı kişiydi!
Onun kendisine ikramda bulunmasını aklı almamıştı.
Bu menkıbede sözü geçen İbn Mülcem, bir ‘Harici’ suikastçıdır.
Ramazan ayının ortalarında (Ocak, 661) Kûfe’ye gelmişti.
Sabah namazını kıldırmak üzere camiye gelen Hz. Ali’ye saldırarak, onu zehirli kılıcıyla başından yaraladı.
Hz. Ali, bu saldırıdan iki gün sonra vefat etti.
İslamiyetin ilk siyasi mezhebi olan Haricilik, bu suikastla
kendi gücünün katbekat üstünde sonuçlara yol açmıştır.
Hicret’in 40. yılında (661), Hz. Ali’nin şehit olmasıyla birlikte ‘Hülefayı Raşidin’, yani ‘olgun halifeler’ dönemi kapanıyordu. Dört halifenin üçü, silahlı saldırılar sonucunda hayatını kaybetmişti. Ve halifelik artık Muaviye bin Ebi Süfyan’ın ellerindeydi...

İSLAM DÜŞMANLIĞINDAN HALİFELİĞE

Babası, İslam düşmanlarının Mekke’deki en etkili ismi olan Ebu Sûfyan, annesi, savaş meydanında Hz. Hamza’nın ciğerini parçalatan Hind binti Utbe idi. Mekke Müslümanlarca fethedildiğinde 28 yaşındaydı. Genel afla canını ve mallarını kurtarıp Müslüman oldu.
Aynı zamanda akrabası olan Hz. Osman döneminde Suriye genel valisi oldu. Yüksek zekâ gerektiren siyasi manevralar ve stratejik evliliklerle büyük güç kazandı. Diplomasiyi, siyaseti ve baskıyı bir arada kullanmasını biliyor; “Paranın is¸ gördügˆü yerde konus¸maya, konus¸manın is¸ gördügˆü yerde kırbaca, kırbacın is¸ gördügˆü yerde kılıca ihtiyaç yoktur*” diyordu.
Sıffin’de Hz. Ali’ye karşı savaştı. Savaştan bir sonuç alınamayınca, askerlerin mızraklarına Kuran sayfaları koydurarak ‘kararın Kuran’ın hakemliğinde’ alınmasını talep etti. ‘Hakem Olayı’ adı verilen bu hamleyle Muaviye, İslami ilkelere bağlı Hz. Ali’yi çok zor bir duruma sürükledi. Bu süreç, Hz.Ali’nin ordusunun bölünmesine ve bir grubun ‘Hariciler’ adıyla ayrılmasına yol açtı. Böylece İslamiyetin ilk siyasi mezhebi doğmuş oluyordu.
Muaviye, Hz. Ali’nin öldürülmesinin ardından Kûfe’de halife seçilen Hz.Hasan’ın üzerine yürüdü. Ordusuna güvenmeyen Hz. Hasan, feragat edip onun halifeliğini kabul etmek durumunda kaldı.
Böylece, İslam’ın en güçlü düşmanıyken mecburen İslam’ı seçen Ebu Sûfyan’ın oğlu Muaviye, 40 yıl içinde İslam halifesi olmuştu.

YARIN

Yüzyıllardır kapanmayan altmış yedi yara - Hz.Hasan’ı kim zehirledi? - Dedeler ve babalardan sonra torunlar karşı karşıya - Hz.Hüseyin haykırdı: Neden beni öldürmek istiyorsunuz? - Aşure Günü’nde Kerbela’da ne oldu? - “Sen önce sultanın kulu ol”
- Şiilik nasıl yaygınlaştı? - İmam Zeynelabidin’in annesi kimdi?...

DİPNOTLAR

* Süleyman Genç, “Hz.Ali’nin Halife Seçimlerindeki Tutum ve Tavrı”, 2007; Melek Yılmaz Gömbeyaz, “Muaviye b. Ebi Süfyan’ın Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri”, 2010.

Yazarın Tüm Yazıları