Allah belanızı versin!

Telefonu duymamışım. Kulağımda tıkaçlarım vardı.

Haberin Devamı

Arayan Gökhan abiydi. Telefonumdaki cevapsız aramayı görünce geri döndüm hemen. Açıklamak zorunluluğu hissettim ve de; "Gökhan abi bu mahallede o kadar gürültü patırtı var ki, çoğu zaman kulak tıkacıyla dolaşıyorum evde".. Latifeyle karışık devam ettim anlatmaya; "Sorma, öyle bir mahalledeyim ki, benim zikretmemden fazla zikrediyorlar Allah'ı, hem de bağıra bağıra". "E" dedi, "Fena mı işte?". "Yok abi, bildiğin gibi değil, sürekli birbirlerine 'Allah belanı versin!' diye haykırıyorlar hınçla, o şekilde".. Gülüştük! Şaka bir yana, Gökhan abi bu konuya 'hüsn-ü zan'la bakmakta zorlandığımı anlamış olacak; "Musacım o dedikleri 'Kalu Bela'nın belası, öyle duyacaksın ki sen de, sıkılmasın canın" deyince jeton düştü. Oh be! Üzerimden bir yük kalktı. Tabi ya, nasıl da düşünemedim daha evvel? Aslında birbirlerine hayır duası ediyorlardı.. "Bela" okumak da Sufiler'in başka birçok hikmetli söz ve deyimi gibi bağlamından koparılmış, anlam kaymasına uğratılmıştı. 'Ya Hu', 'Hayy Allah', 'Hayy'dan gelen Hu'ya gider, 'aşk olsun' ve daha niceleri… "Allah belanı versin!" de aslında avamın kastettiği argo şeklindekinden farklı manaya gelen pek hikmetli bir sözmüş meğerse. Açıklayayım…

 

Haberin Devamı

"Hani ya Rabbin Ademoğullarının bellerinden(belirmişliklerinden) zürriyetlerini(soylarını) çıkarıp da onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak, 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim'(Elestu bi Rabbikum) diye buyurduğunda onlar da, dediler 'evet'(Kalu Bela), 'şahidiz'(Şehidna). Kıyamet günü, 'biz bundan gafildik' dememeniz içindir bu…" (Araf suresi 172. ayet meali)

 

İşte, Dünya arsasına sürülmeden 'kalu bela/elest bezmi(meclisi)' tabir edilen meydanda Rabbimizin hitabına mazhar olmuşuz böyle ilk defa. Anladığım kadarıyla zaman ve mekan ötesi bu anda, adeta saf saf dizili iken Yaradan'ın huzurunda "Elestu bi Rabbikum"(Ben sizin Rabbiniz değil miyim) nidasıyla hallenmiş, hal diliyle de tasdik etmişiz "beli"(evet) diye. Ve hakikatimiz/ruhumuz, nefislerimiz üzerine şahit tutulmuş ki hesap gününde nefislerimiz demesinler; "Biz bunu bilmiyorduk!"..

Haberin Devamı

Her doğan bebeğe o elest meclisinden intikal eder ruhu. Ruhun yaşı yoktur. Ruh bedenle buluşunca bu alemde başlar zaman/mekan algısı. Ve bebekler hatırlar aslını. O meclisten ayrılmanın ağlamasıdır doğum anında ağlamamız. Nefsimiz zamanla kendi sanrısını dayattıkça unutulmaya yüz tutar hakikatimiz, ruhun sesi derinlerdedir artık, gönülden gelen bir his olarak duyulur. Bundan ötesi nefsimizi ruhumuzun hakikatine uydurup bu alemde de tasdik etmektir Rabbimizi. Keza irfan ancak yaşanmışlıkla, belirmemiş alemin gerçeğini belirmişlikte de açımlayınca elde edilir. Bilmekliğimiz ve bilinmekliğimiz tamamlanır, ancak bu yolla. Maksat O'dur. Ruh hatırlatır şahitliğini bu alemde de, nefs ise kendini tanrısallaştırma eğilimindedir. Gölge boksu serimlenir…

 

Haberin Devamı

Elest meclisinde ruhumuzun Rabbin hitabından aldığı haz damaktadır halen. O yüzden ruh, o hitabın ahengini hatırlatan yoğunlukları tanır, hatırlar ve zevke gelir. Ondandır güzelliklerden, sanattan, ilimden aldığımız haz. O anın duygusunu yansıtmadaki becerisiyle ölçülür aşkın gerçekliği. "Beli/Evet" diye haykırasımız olmasıdır hayat. Ve bu halden ne kadar uzaksak o oranda yoksun, o oranda mutsuzuzdur. Hayy Hakk!

Aslında o an tüm anları barındırıyor. İçindeyiz hatta şu anda. İnteraktif… Ve safımızda olanlarla kuruluyor gerçek yakınlıklar, bu yüzdendir bazı kimselere gönülden duyduğumuz çekim. Ruhun hatırlayıp da nefse yansıttığı fragmanlara da "deja vu" diyorlar bazı arkadaşlar. Rüya içinde rüya görmede insanlar. Uyanmak da nefse göre: "Bela"! Ama 'beli' dedik mi yürekten, kurtulmuşuz a dostlar. Beli/Bela uyanışımızın ispatıdır, şehadettir. Nefsimizin buna fırsat vermemesi; gaflet… Bu hayattaki tutumumuz sonucunda nefislerimiz cennet veya cehennemi görecek. Hakikate uzaklık cehennem, yakınlık cennet… Anlayacağınız nefsimize gereken, hizmetlisi olduğu ruha uymaktır. Böylece huzura varılır, daha doğrusu huzurda olmaklık hatırlanır. Vazife tamamlanır. Yaşantımız ikrarımızın burhanıdır(ispatıdır)!

Haberin Devamı

"Elestü bezminde demişiz beli / Emr-ü ferman etti ol Zat-ı Celi / Efkârımız olsun gündüz geceli / Aman ya Muhammed aman ya Ali" (ilahi-Cahit Öztelli?)

 

Gerçekte 'evet' anlamındaki ('beli' olarak da söylenebilen) 'bela' kelimesinin halk arasında cefa, eziyet, azap anlamları yüklenmesine gelince; bunun sebebi nefsimizin kendini tanrısallaştırmayı bırakmasını gerektirecek herşeyi cefa sanması, Rabbine teslimiyeti, başına buyrukluğu sona ereceği için eziyet olarak görmesi, acziyetinin farkındalığından korkarak bunu çekilecek azap olarak kodlaması ve sakınmak istemesi, hayvani bir ölüm korkusu ve kendi sanallığını besleyen unsurları putlaştırmayı terk edememesidir. Hakikatin yadsınmasıdır.. Halbuki Allah'ta zorluk yoktur, bize sebepsiz eziyet çektirme gibi bir arzusu inanınız asla yoktur. Hakikat ehline herşeyi hoştur. Biz kendimize zulüm ederiz. Çektiğimiz sıkıntı cehaletimizden ötürü 'bela'ya muhalefet etmekliğimizden, direncimizden gelir. Aslında her olay bizi kendimizi ve Rabbimizi bilmeye davet etmektedir. 'Kalu Bela'da "evet" dememizin dünyadaki karşılığıdır yaşantımız, ve bize lutfedilen özgür irademizi bu yönde kullanmakladır kemalatımız(olgunlaşmamız)..

Haberin Devamı

Bir söz verdik ki dönemeyiz. Bu hayatta da aynı sözü tasdik edemezsek, 'beli/bela' diyemeden göçersek ikiyüzlü, isyankar kullar olarak, o mecliste hangi yüzle bakarız 'Cemal'ine? Derseniz 'nasip meselesi, veren de O, alan da', "isteyin ki vereyim" diyor ya, o halde bari dua etmek düşer bize; "Allah belamızı versin iki cihanda da sevdiklerimizle birlikte" (yani evet demekliğimizi, Rabbimizi bilmekliğimizi, şirkten kurtulmaklığımızı, kulluğumuzun ispatını ortaya koyabilmekliği…), bitsin bu hasret ilelebed, kolaylıkla, lutfunla inşa'Allah…

 

An bu an, an be an! İşitmez misiniz hitabını! Fakir gibi kulaklarınızı mı tıkıyorsunuz tıkaçla yoksa siz de? Vay aptal kafam! Hem de buralarda neredeyse tüm mahalle günbegün haykırıyorken hep bir ağızdan! Belayı küfür sanmışım… Nefsimin oyununa bak, fena yanılmışım! Kusur gören gözlerimi kör etmekte meğer geri kalmışım. Olsun! Ne gölgeler geçmiş zihnimden ki, hükmü kalmamış. Niyet hayır akibet hayır! Bak bu da geçti ya Hu… Galip sensin Baki Allah! Bela, elhamdülillah… 

Yazarın Tüm Yazıları