Suriye’de nereden nereye?

Önceki gece, 14 Ağustos’ta, Suriye’nin Hatay’a komşu İdlib vilayetindeki Atme kasabası yakınında bir yolcu otobüsündeki intihar saldırısına bir mim koyun.

Haberin Devamı

Otuz kişinin öldürüldüğü saldırıyı IŞİD üstlendi. Tıpkı PKK’nın 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana kestiği eylemlerini, darbenin bastırıldığının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya’ya gidişiyle belli olması ardından başlaması gibi, IŞİD de vurmaya başladı.

Hem de Münbiç’in ABD komuta ve desteğinde, PYD/PKK güçlerinin ağırlıkta olduğu Suriye Demokratik Güçleri tarafından IŞİD’ten alındığının açıklanmasından iki gün sonra…

Peki, iç savaş altındaki Suriye’nin sınır kasabaları arasında yolcu taşıyan bir gariban otobüste niye intihar eylemi yapar IŞİD? Kanıt yok, ama işaretler bunun bir nokta atış, Türkiye’nin Suriye’deki varlığı ve operasyonlarına bir tehdit olabileceğini gösteriyor.

Ama zaten Türkiye’nin Suriye siyaseti, tarihin acı bir oyunuyla 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ile ömrünü sonra erdirmiş görünüyor. İsrail ve Rusya ile anlaşmaların hemen ardından gelen darbe girişimi ile diye eklemek lazım belki de.

Yeni Suriye politikası eskisine göre bir U-dönüşü, yani tam çark mı olacak, ya da L-dönüşü, yarım çark mı?

Hayır, kırk katır, kırk satır gibi değil.

Ama Suriye siyaseti artık Beşar Esad’ın Baas partisi başta kalsın da, hiç değilse Esad’ın kendisi olmasın diye ABD ve Rusya’dan ve hatta İran’dan talepkar olma noktasında.

Çünkü bundan mesela bir yıl öncesine göre Türkiye’nin Suriye’nin geleceği üzerine tehdit, yaptırım ve etki gücü aynı değil.

İlk kırılma bir yıl kadar önce, Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD önderliğindeki uçuşlara açması ardından birbiri peşi sıra büyük şehirleri kana bulayan IŞİD ve PKK intihar eylemlerinin başlaması oldu.

IŞİD ve PKK saldırıları bir yana, PKK ile diyalogun eylemlerle son bulması, Suriye, Irak ve İran sınırı boyunca pek çok il ve ilçede kanlı çatışmalara neden olan bir kalkışmaya da yol açtı.

Bu üç ülkeyle sınırı korumakla görevli İkinci Ordu, yeniden ağırlıkla PKK ile mücadeleye yoğunlaştı.

İncirlik’in açılmasının bir etkisi de Rusya’nın bütün ağırlığıyla sahneye çıkması oldu. Eylül’den itibaren Tartus’taki deniz üssüne ek olarak, Suriye’nin Lazkiye kenti yakınlarında Hmeymin hava üssünü açtı.

Türkiye’nin Hatay-Kilis hattının güneyindeki bölgelerde, İdlib-Azez-Halep üçgeninde Türkmen ve IŞİD, ya da El Nusra dışındaki cihatçı gruplarla irtibatı ağır yara aldı.

Bu tırmanma 24 Kasım 2015’te bir Rus jetinin Suriye sınırını ihlal etme nedeniyle düşürülmesiyle zirveye ulaştı. Bunun sonucu, Suriye hava sahasının da Türk uçaklarına kapanması oldu.

Bu arada MİT’in Suriye’deki hareket alanı da giderek daralıyordu. Neticede sınır güvenliği bir yandan PKK ile mücadeleyi ön sıraya alan 2’inci Ordu komutasındaki top, tank ve zırhlı piyade birliklerine kaldı.

Nihayet ABD Başkanı Barack Obama’nın 18 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı arayıp IŞİD’le mücadelenin kara gücü için PYD’ye ihtiyacı olduğunu söylemesi ve CENTCOM ‘un 31 Mayıs’ta Münbiç harekâtına başlamasıyla perde de inmeye başladı.

İsrail ve Rusya anlaşmalarıyla Suriye siyasetinde dönüm zemini artık hazırdı. Darbe girişimi tam o sırada geldi ve en büyük hasarı da 2’inci Ordu’ya verdiği görüldü. Hükümetin darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Fethullah Gülen müridi subaylar ve 17-25 Aralık’ta büyük şehirlerden gönderilen polisler, hakimler, savcılar ağırlıkla 2’inci Ordu sorumluluk alanına toplanmışlardı; tam da PKK ile diyalogun bitip çatışmanın olanca şiddetin başladığı bir zaman.

Sonuç ortada.

Şimdi gelinen noktada Türkiye’nin hem Suriye’de Kürt devletinin kurulmasını engelleme, hem de onunla birlikte Beşar Esad’ın Baas partisinin iktidarda olmadığı bir Suriye birliği görme şansı kalmadı.

Ya biri, ya diğeri olacak.

Birincisi, yani Kürt özerkliği, ya da bağımsızlığı daha çok ABD desteğiyle, Baas iktidarı ise daha çok Rusya desteğiyle mümkün görünüyor.

Tabloyu iyice çetrefil hale getirecek bir durum, daha doğrusu iki durum daha var. Onlar da hükümetin ABD’den iki isteği.

Birincisi Fethullah Gülen’in Türkiye’ye verilip yargılanması, diğeri de PYD/PKK’nın, Münbiç alındığına göre Fırat’ın doğusuna çekilmesi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, dün bu iki hususu da tekrar dile getirdi, ancak ikisi de çok kolay değil.

Gülen’in iadesi konusunda ABD hukuk zemininde ısrarlı. ABD’nin Ankara eski büyükelçisi Jim Jeffrey dün Hürriyet’te Cansu Çamlıbel’e ABD’yi sürekli tehdit eder tonda konuşmanın ters tepeceğini söyledi.

PYD konusunda ise, ABD’nin onlarla işinin henüz bitmediği çok açık. Şimdiki hedef diye söylenen El Bab, ile PYD güçleri Fıurat’ın daha da batısına gidip, Hatay güneyinde, İdlib vilayetindeki Efrin “kantonuna” daha da yaklaşmış olacak. IŞİD’in o otobüs intihar eylemini o nedenle yabana atmayın diyorum
Dolayısıyla Türkiye artık bu işi güzellikle, diplomasiyle halletmek durumunda, bağırıp çağırarak değil. Rusya ve İran’la üçlü toplantı fikri buna işaret ediyor.

Dün Karar gazetesinden Mustafa Karaalioğlu’na konuşan Başbakan Binali Yıldırım, üç maddelik bir Suriye planı üzerinde çalışıldığını anlattı.

1- Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı. Bunun anlamı, Kürdistan kurulmamalı,

2- Etnik ve mezhebi üstünlük kurulmamalı. Bunun anlamı tek başına Alevi, ya da Sünni yönetim olmamalı (bu ikincisini söylemek iki sene öncesine dek İhvan enternasyonali hayalleri kuranlar için zor olmalı),

3- Suriye çözümüyle birlikte göçmenler ülkelerine dönmeli. Yani o topluca vatandaş haline getirme fikri de tez elden raftaki yerini almış görünüyor.

Şimdi Ankara, Suriye çözüm ve yeniden inşa hükümetinin Baas önderliğinde bir koalisyon olmasına da çoktan razı görünüyor, yeter ki şahsen Beşar Esad olmasın.

Nereden, nereye, değil mi?

Gemi manevra yapacak yapmasına da dönecek alan açık değil; ya tam çark yapacak, ya yarım çark.

 

Yazarın Tüm Yazıları