Başkanlık hedefinden bu dönüşü neye borçluyuz?

Bugün Nuray Babacan'ın haberini dikkatle okumak lazım.

Haberin Devamı

Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop demiş ki "Olmayacak başkanlıktansa, olacak partili cumhurbaşkanını tercih ederiz".

 

 

"Olmayacak, gerçekleşmeyecek başkanlık"...

 

 

Bunu söyleyen ne CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ne MHP lideri Devlet Bahçeli, ne de HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş. Bu açıdan dikkat çekici, önemli bir ifade.

 

 

Şentop ayrıca AK Parti'nin yeni anayasa taslağı yazım komitesi üyesi. Yani, bu adeta kabulleniş sözlerini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın iradesine rağmen söylediğini düşünmemiz için bir neden yok.

 

 

Haberin Devamı

Toptaş ayrıca anayasa taslağının -nihayet- hazır olduğunu, "küçük rötuşlarla" on güne kadar Meclis'e sunulabileceğini de söylemiş.

 

 

O "küçük rötuşlar" ifadesine bir mim koyun.

 

 

O ifade muhalefete, ama özellikle de CHP'ye, "Tamam işte, başkanlıktan vaz geçtik. Gelin siz de katkınızı verin, birlikte çıkarmış olalım" çağrısı gibidir.

 

 

Kulise sızan bilgiler bu değişiklik taslağının bir kaç maddeden ibaret olacağı yönünde. Bunlar arasında cumhurbaşkanına vatana ihanet dışında yargı muafiyeti getiren 105'inci madde de olabilir, mesela Türklük tanımımın yapıldığı 66'ıncı madde de; bu konularda sıkı tartışmalar olabilir önümüzdeki süreçte.

 

Ama asıl konu gözden kaçmasın.

 

 

Haberin Devamı

Eğer Şentop'un sözleri tahmin ettiğimiz üzere Erdoğan'daki eğilimi yansıtıyorsa, ya da en azından bu yönde bir zemin yoklaması ise, o zaman şu soruyu sorabiliriz:

 

 

Başkanlık hedefinden bu dönüşü neye borçluyuz?

 

 

Son gelişmeleri de dikkate alırsak iki etken diğerlerinin önüne geçiyor.

 

 

Birincisi, Başkanlık hedefinin Şentop'un ifadesiyle "olmayacağı" saptaması, Erdoğan'ın Ahmet Davutoğlu'nun yerini Binali Yıldırım'a terk etmesi ardından giriştiği bir dizi siyaset ayarının parçası sayılabilir.

 

 

Örneğin Erdoğan'ın güçlü başkanlık sistemiyle Türkiye'yi tek adam yönetimine mi götürdüğü yolunda yurt içi olduğu kadar, özellikle de Batılı müttefiklerdeki sorgulama etkili olmuştur denebilir. Yıldırım'ın "Dostları artırıp, düşmanları azaltma" sloganı bu eğilime karşılık geliyor. İsrail ve Rusya bunun dışarıda ilk adımları oldu, başkanlık da içeride ilk adım olabilir.

 

 

Haberin Devamı

Bir de ikinci etken var; Meclis'teki açmaz.

 

 

Asıl zorlayıcı etkenin bu olduğu düşünülebilir.

 

 

Erdoğan'ın başkanlık sistemini halk oylamasına götürmek için AK Parti Meclis grubu üzerine en az 15 vekil desteğine daha ihtiyacı var.

 

 

CHP denge-denetlemeyi daha da güçsüzleştirecek şekilde Meclis ve yargının rolünü azaltacak formüllere kapalı.

 

 

PKK'nın eylemleri ve diyalogun bitmesinden sonra, şu aralar HDP'den destek beklemek hayal bile edilemez.

 

 

Geriye liderlik kavgası yaşanan MHP kalıyor.

 

 

Ancak MHP'deki iç rekabet, liderin ve bütün adayların Erdoğan'ın başkanlık hedefine karşı söylemlerini kemikleştirmelerine yol açıyor.

 

 

Dolayısıyla Erdoğan'ın, üstelik kapalı bir oylamada MHP'den gelecek desteğe bel bağlaması hayli riskli görünüyor.

 

 

Haberin Devamı

Şimdi püf noktasına geliyoruz işin.

 

 

Diyelim aranan 15 vekil bulundu...

 

 

Kapalı oylamada AK Parti grubunun Erdoğan'ın devlete ve partiye tam hakim olacağı bir sisteme firesiz onay vereceğinin bir garantisi var mı?

 

 

Üstelik bu defa öyle 1 Mart 2003'teki Irak tezkeresi oylamasında olduğu gibi AK Parti grubunun üçte birinin yan çizmesine bile gerek yok.

 

 

Evet, o zaman AK Parti grubu, üçte biri Erdoğan'a rağmen oy verecek kadar çeşitlilik taşıyordu. Evet, şimdi parti programından çok Erdoğan'a sadakate değer verildiği söyleniyor. Yine de kapalı oylama, kapalı oylamadır, her şey olabilir.

 

 

Bu defa çok değil 5-10 vekilin karşı çıkması, hatta çekimser veya geçersiz oy kullanması bile hem hedefi yatırır, hem de Erdoğan ve AK Parti açısından hezimet olarak algılanır.

 

 

Haberin Devamı

İşte bu Tezkere Sendromu da Erdoğan ve AK Parti yönetimini başkanlık sisteminden "partili cumhurbaşkanı" sistemine hedef değiştirmeye zorluyor olabilir.

 

 

Dünkü Hürriyet'te Tolga Tanış dış politikada Libya'dan İsrail'e, Suriye'den Rusya'ya krizlerde esneklik gösterilememiş olmasını "Dün de haklıydık, bugünde haklıyız" psikolojisi içinde Tezkere Sendromuna bağlamıştı.

 

 

Tezkere Sendromu iç politikadaki etkisini başkanlık hedefinden vazgeçme eğilimiyle gösteriyor mu kendisini? Ne dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları