Westworld 1. sezonun ardından...

İnsan görünümlü robotların bulunduğu ‘Westworld’ adında pahalı bir eğlence parkı, misafirlerine kısa bir süreliğine kendi modern hayatlarını unutarak 19. yüzyıl kovboy kasabasında yaşama imkanı veriyor...

Haberin Devamı

Geleceğin “tatil”i bir bakıma; misafirler kendi hayatlarını, yaşadıkları zamanı unutuyor ve farklı bir zamanda, başka bir karaktere bürünme imkanı buluyorlar.
Bu parkta yer alan robotları insanlardan ayırmak olanaksız. İnsanlar tarafından tasarlanmış, “beyin” yerine insanlardan gelişmiş bir yazılım taşıyan, aynı insan gibi “bilinç” oluşturan makineler onlar...
Bu makinelerin nüfusu oluşturduğu bir kovboy kasabasında, misafirler aynı 200 yıl öncesindeki hayatı yaşıyorlar. Bunun içine “kanlı kovboy hesaplaşmaları” sırasında insan görünümlü robotları öldürmek de dahil...
Robotlar insanları vurabiliyor, ancak öldüremiyorlar, gerçekten zarar veremiyorlar. “Ölemediğin” bir kovboy kasabasında etrafın tozunu attırmak, ilkel güdülerini kendi hayatını umursamadan ve acı bir bedel ödemeden tatmin etmek için gidiliyor bu “tatil”e...
Son dönemin en iyi dizilerinden, efsanevi aktörler Anthony Hopkins ve Ed Harris’in başrolleri oynadığı, Türkiye’de Dizimax Sci-fi kanalında yayınlanan ve bu hafta ilk sezonunu tamamlayan “Westworld”den bahsediyorum...
“Westworld”ü diziden çok önce film olarak televizyonda izledik; ‘70 sonu, ‘80 başı doğumluların hayatında başka yeri vardır... TRT yıllarından anımsadığımız, çocukluğumuzda izlediğimiz ve akıllarımıza kazınmış bir filmdi ilk “Westworld”... 1973 yılında, Michael Crichton’un aynı adlı romanından uyarlanmış ve 80’li yıllarda Türkiye izleyicisiyle buluşmuştu.
Benim de hayatımda ilk izlediğim filmlerdendir. Yul Brynner’ın başrolde olduğu “Westworld”ü 2000’lerde bir yerlerden bulup tekrar izlediğimde yine aklımı başımdan aldığını hatırlarım...
“Dizisi çekiliyor” haberi geldiğinde diziyle adı birlikte anılan Jonathan Nolan, J. J. Abrams ve Anthony Hopkins gibi isimlerin varlığında vasat bir iş olmayacağı kesindi ama çıtanın bu kadar yükseleceğini kimse tahmin etmedi...
İlk bölüm itibariyle konu, sanat yönetmenliği, müzik ve yaratım gücü açısından son dönemin en iyi dizisi çıktı karşımıza. (Müzikler “Game of Thrones”un da sountrack’inin yaratıcısı Ramin Djawadi’den.) İkinci sezonu merakla bekliyoruz.
Dizinin en çekici yönü, sadece bir bilimkurgu olması; bir distopya veya insanlığın geleceğine, neler yapabileceğine dair bir resim çiziyor olması değil. Çizdiği resim üzerinden bugüne, insana, insan ruhuna ve akıl-ruh ikilisinin nasıl çalışıyor olduğuna yönelik insanın tüylerini diken diken yapan saptamalarda bulunması...

Haberin Devamı

Sen ne yapardın?

Haberin Devamı

Yazıya başlarken dedim ya, “İlkel güdüleri tatmin etmek için gidilen bir tatil” diye... Bir bölümde, parkın misafirlerinden biri “Önce, bu parkın temel içgüdüleri teşvik ettiğini düşünürdüm, bir insanın olabileceği en düşük (acımasız, kötü, hırslı) benliğini, karakter özelliklerini ortaya çıkardığını yani... Hayır, burası insanın en derindeki benliğini ortaya çıkarıyor” diyor.
Dışarıdaki sahip olduğu hayatta değil, burada insan eliyle yaratılmış insansı robotların arasında, özgür hissettiği yerde “kendisi” olduğunu hissediyor yani...
Aslında karakterin söyledikleri, kendisiyle ilgili yaptığı bu tespit bizim için en büyük “kıssadan hisse”...
Neden dizilerde, filmlerde kayboluyoruz? Neden insanlar kendilerini kaybedecekleri deneyimlere ilgi duyuyor? Neden bilgisayar oyunları bu kadar popüler?
İnsanların, bulundukları hayatta yaratamadıkları “gerçek ben”i bir biçimde yaratma arzusu olduğu için...
İşte, gelecekte bir yerde, yaşadığı hayatta “kendim gibi değilim” diyenler için bir park yaratılıyor ve burada kendi öz benliklerini özgürce yaşayabilecekleri bir ortamda kendilerini keşfediyorlar.
İyilikten mi kötülükten mi... Yaşatmaktan mı öldürmekten mi... İçgüdüsel hayvani zevklerden mi yoksa temel güdülerle ruhun birleştiği noktadan mi haz alıyorlar?
Bir bağlayıcılık, bir sorumluluk yoksa, insan öldürdüklerinde bunun bedelini ödemeyeceklerse eğer, nasıl davranıyorlar?
Kısacası “gerçek hallerini” keşfediyorlar.
Herkesin hayatta edindiği farklı kimlikler var... “Gerçek ben”i yaşayanların çoğunluk olduğunu söyleyemeyiz değil mi? (Tam da buradan koca bir “kişisel gelişim” sektörü doğmadı mı muhterem Habitus okuru?)
İşte... “Westworld”ü de bu yüzden çok sevdik.
Kendi hayatında kendi gibi olmadığını hissedenlere, “Özgür bir yerde ‘gerçek ben’i yaşıyor olsam, ne yapar, nasıl davranırdım?” sorusunu sordurduğu için...

 

Yazarın Tüm Yazıları