Oynatmaya az kaldı

Tamam, devir “kalifiye olmayan hısım akrabayı önemli pozisyonlara yerleştir” devri.

Haberin Devamı

Tamam değil aslında, böyle böyle çökecek toplum, aksini beklemek naiflik olur.
Dünyaca ünlü filanca şirketin Türkiye ofisinden tut en ufak şirkete, üniversitelerden devlet memuriyetine, eleman alımlarında nasılsa artık “işi iyi yapabilme” şartı gözetilmiyor ya, yeni kanun getirilse yeridir.
Yeni işe alımlarımızda sadece “Tanıdık, bizden, akraba olma şartı gözetilmektedir, boşuna CV getirme tanıdık kardeş.
Peçeteye ‘Şaklabanoğlu Üniversitesi mezunudur’ yaz, yeterli.”
Zaten Şaklabanoğlu Üniversitesi’nde işler kötü.
Birbirinin ardına pıtrak gibi açılan, bırakın kampüsü bir binası/adamakıllı eğitim kadrosu bile olmayan, bir ofis katına yerleşmiş üniversitelerde sıfır çeken öğrencilerin, sırf “para veriyor” diye bir üst sınıfa geçmelerine müsaade ediliyor.
5-10 sene sonra bu üniversitelerden “yetişmiş” gençler müthiş işler yapacaklar, heyecanla bekliyoruz.
Eğitim, standardımızın “standartsızlık” olduğu zavallı hayatımızın önemli bir parçası.
Eğitim vaziyeti bu durumdayken “iş” konusunda büyük beklentilerimiz olmuyor tabii.
Fotokopi not ezberleyerek okul bitirmiş, asgari maaşa muhtaç edilen hizmet sektörü çalışanlarından performans bekliyorsunuz.
Beklemeyin.
Daha iyi olmayacaklar.
“Sen olmasan senin yerine bu işi yapacak milyon tane insan var” baskısı hisseden, üç kuruşa çalışmak zorunda bırakılan insanlardan işlerini sahiplenmelerini bekleyemezsiniz.
İnsani koşullar olmayan hayatlarda adam sadece parasını alır, gider.
İnsan dediğimiz böyle bir canlı işte. Verdiğin kadar alırsın.
İşin kötüsü şu:
Bu değersizlik ve karşılık alamama duygusu sorumsuzluğa, sorumsuzluk yalap şap işe, yalap şap iş standartsızlığa, standartsızlık ise yavaş yavaş çöküşe sebep oluyor.
Önceliğinin evinin kirasını ödeyip karnını doyurmak olduğu, başka bir şey düşünmesine/yapmasına olanak tanınmayan...
Dolayısıyla yapmadıklarının-bilmediklerinin eksikliğini hissetmeyen kalabalıklar...
Bir süre sonra bu koca boşluk, oyalanma kültürüne dönüşüyor.
Zincirin başına dönelim.
Karşılık bulamayan, değersiz hisseden, üç kuruşa çalışan elemanlar.
Hâl böyleyken dükkanlarda sadece “duruyorlar”. Bildiğiniz durmak, sadece orada bulunmak.
Ay başında da para almak. O kadar. Çalıştığı dükkanın/markanın sattıklarından, özelliklerinden habersizler, bunun bir eksiklik olduğunu bile düşünmüyorlar.
Dünyaca ünlü bir bilgisayar/akıllı cihaz ürünleri markasının havalı dükkanında şöyle bir diyalog yaşanabiliyor mesela.
- Merhaba bilgisayar pili var mı?
- Pil derken?
(Burada “derken” kullanımının muhteşem örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Gayet açık bir soru ama yine de “Pil derken?”)
- Pil işte, pil. Bilgisayar pili. Pil.
- Şarj aleti mi?
- PİL YAHU PİL!?
- Ha pil. Maalesef.
¡¡¡
“Gençlik” kavramından heyecanla bahsedilir ya hep...
“Bu ülkenin gençleri geliyor gençleri!” türünde coşkulu konuşmalar...
Valla kimsenin bir yere geldiği yok.
Eğitim yerlerde, mezun olsa iş yok, iş bulsa para yok.
Doğal olarak sorumluluk-iş ahlakı yok.
Maslow’un piramidi bizde geçerli değil.
Sadece yaşamsal ihtiyaçları giderebildiğimiz yerdeyiz.
Bizdeki piramit değil, olsa olsa “Maslow yamuğu” olabilir.
Tam “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” halleri.

Yazarın Tüm Yazıları