Korku ve sömürü

Üç öğün yemeğinizi yiyebilmek, yaşamsal ihtiyaçlarınızı giderebilmek için çalışıyorsunuz... Başınızı sokacak bir yuvanız, bir düzeniniz, istikrarlı bir hayatınız olsun diye uğraşıyorsunuz.

Haberin Devamı

Kirayı ödeyemeyecek, yaşamsal ihtiyaçlarınızı karşılayamayacak duruma gelmek istemezsiniz. Maaşınıza ihtiyacınız var. Bu yüzden belki istemediğiniz bir işte, istemediğiniz koşullarda iş yapmaktasınız... Koşullarınızın ideal olmadığını işvereniniz de biliyor, ancak siz olmasanız, bu işi daha ucuza yapacak birini nasılsa bulur. Düzen böyle ya hani...
O yüzden sizin isteklerinizi dikkate alacak değil.
Siz de işini kaybetme ve yenisini bulamama korkusundan sizi mutsuz eden koşullara “Eyvallah” diyor, idare etmeye çalışıyorsunuz.
Korku kültürü sizi işte esir almış durumda.
* * *
Yalnız kalmak istemiyorsunuz. Yalnızlıktan korkuyorsunuz. Yalnız kalmamak için sizi mutsuz eden ilişkilerden veya arkadaşlıklardan kurtulamıyorsunuz. Tek başına kalmaktansa kötü bir partner veya arkadaşın eşliği size daha cazip geliyor.
Yalnızlık korkusu, istemediğiniz bir ilişki ağı içinde hapis kalmanıza sebep oluyor. Bireysel ilişkilerinizi “yalnız kalmama” korkusu üzerine kurduğunuzda, korku kültürü burada da sizi esir alıyor. Sizi yönetiyor.
* * *
Toplumsal yaşam ve devlet işleri, siyaset de korku üzerine planlanır. İstikrarın bozulması, insanların beş parasız kalması, evlerini ve işlerini kaybetmesi üzerine.
Korkutursan, oyunu alırsın. İnsanın en temel dürtüsüne hitap eder, onu doğru yerden gıdıklar, gerçek olmayan bir korku yaratırsan, elindekini kaybetmek istemeyen herkesi yanında sana destek çıkarken bulabilirsin...
Yeterince eğitilmemiş, sorgulamayı ve düşünmeyi öğrenmemiş toplumlarda korku kültürünü kolayca oluşturup yayabilir, bu sistem üzerinden ekmek yiyebilirsin... Korku kültürüyle, kitleleri esir alabilir, yeterince şark kurnazıysan korkudan esir alınmış halde yaşadıklarını fark etmemelerini bile sağlayabilirsin...
* * *
İnsanların yemek gibi, su gibi ihtiyaç duyduğu bir kavram istikrar. Hepimiz belirsizliğin yarattığı o rahatsızlık hissinden kaçıyoruz. Ayaklarımız yere bassın, yerimizi bilelim, beş yıl sonra nerede olacağımızı görelim, geleceğimizi elimizdeki veriler ışığında az da olsa öngörelim istiyoruz.
Belirli insanların çıkarları doğrultusunda, kanun kural tanımaz bir dünya içinde, önlenebilir felaketlerin getirdiği haksız ve adaletsiz koşullarda “yuvarlanıp gitmek” istemiyoruz.
İnsanın doğasında olan “Belirsizlikten kaçma, istikrar arama” hali, parayla ve kişisel hırslarla şekillenen düzenle iyice karışıyor, korkunun yönettiği bir dünya olarak bize sunuluyor. Halbuki bakın ne basit bir cümle: Devlet, insanlar daha iyi yaşasın diye var. Sistem insanlar için kurulmuş.
İdareciler, korku kültürü yayarak kendi işlerine gelecek yöne doğru manipülasyon yapsın, kişisel hırslarıyla toplumun ayarlarıyla oynasın diye değil.
Devlet, iyi ve basit bir amaç için var: İçinde yaşayanların daha iyi bir hayata sahip olması. Bu kadar. Daha fazlası değil.
İdareci olarak başa getirilenler de bu amaç doğrultusunda ayrım yapmayarak vatandaşın çıkarını gözetmekle yükümlüler. Daha fazlası değil.
* * *
İnsanları, konu ne olursa olsun, en iyi yönlendirebileceğiniz yöntem, korku salmak. İşveren-çalışan, siyasetçi-vatandaş, ebeveyn-çocuk, karı-koca veya iki arkadaş... Tüm insanların birbiriyle kurduğu ilişkinin temelinde korku var. Her yanımıza sinmiş, kontrolcü bir korku ağı içinde yaşıyoruz.
İlerlerken yelkenlerimizi dolduran en kuvvetli faktör “korku rüzgarı”.
O rüzgar nereye götürürse, oraya gidiyoruz.
Bazıları gerçek bu korkuların. Fakat çoğu, hayalimizde yarattığımız veya birilerinin yaratıp bize “gerçek” diye sunduğu korkular...
Esasında biraz cesur olsak, gerçeklerle karıştırdığımız korkuları fırlatıp atsak, “Hadi be oradan!” demeyi becerebilsek...
Hem kendimizi, hem de dünyayı değiştirecek; yalancıları, sırf kendini düşünenleri birer birer ayıklayacak, istemediğimiz kim varsa hayatımızdan uzak tutacak gücümüz var.

Yazarın Tüm Yazıları