Karatay meselesine dair...

Cumartesi dedim ki, “Karatay’ın ekmekle ilgili söyledikleri doğru.”

Haberin Devamı

Ve ekledim, ekmek yemeyelim tamam, fakat diğer “zararlı”lardan nasıl kaçacağız?
Onlardan da kaçmak gerekiyor, sadece ekmekten kaçarak sağlıklı olamıyoruz.
Glikoz şurubundan, gıda değeri olmayan, pazarlama mucizesi paket ürünlerden de kaçmak gerekiyor.
Fakat ne yazık ki, herkesin ulaşabileceği markette satılan ürünlerin çoğu, adına “besin” demenin imkansız olduğu, kimyasal maddelerle doldurulmuş, gıda değeri düşük yiyecekler.
Doğal değiller. Doğal olana herkes ulaşamıyor. Ekmek kadar, doğal olmayan diğer yiyeceklerden kaçmak gerektiğinin de altını çizmek gerekir.
Ve sonra dedim ki, “Mümkün olduğu kadar doğal beslenmek ve her şeyi kararında yemek lazım.”
Burada bahsettiğim “kararında”, yeterince karbonhidrat, yeterince protein, yeterince iyi yağ ve diğer fitokimyasalları DOĞAL kaynaklardan kararında almak idi.
Yani “Biraz cips, biraz da kola, üstüne süttozu ve glikoz şurubundan yapılma plastik dondurma yiyin, bir şey olmaz” diyor değildim elbette.
Özeti “Besinleri kararında ve doğal yollardan alarak beslenmeli” olan bir yazıda Karatay’ı ne övdüm, ne de yerdim. Zannederim bir yazı “Ya siyah, ya da beyaz” olmalı. Öteki türlüsü kafa karıştırıyor.
Karatay’ın ekmek başta olmak üzere çoğu konudaki sözlerine KATILDIĞIMI söylediğim yazıya istinaden “Hocamızı karalıyorsun”, “Kendi plastik hayatını bize dayatamayacaksın!” gibi yorumlar da aldım.
Hakaretlere gelmiyorum bile, “her şeyi doğal yollardan ve kararında yemeli” diyen bir yazıya BİLE hakaret, aşağılama veya küfür ile tepki vermenin nasıl bir sosyolojik boyutu olduğunu başka bir zaman konuşuruz.
Ağzına şeker veya glikoz şurubu sürmeyen, mümkün olduğu kadar her besin grubunu doğal yollardan almaya gayret eden, paketli ürünlerin yanına bile yaklaşmayan, günde 3 ana, 3 ara öğünle, çok düzenli beslenen, bu şekilde 1,5 yılda neredeyse 20 kilo vermiş, ayrıca her gün disiplinli bir biçimde 5 ila 10 kilometre arası değişen mesafelerde koşan, bu yaşam tarzı ile BÜTÜN rahatsızlıklarından kurtulmuş bir insan evladıyım.
Bir-iki dilim ekmek yiyorum ama tam tahıllı, ekşi mayalı ve organik. Organik pazardan alıyor, 25 gr’lık dilimlere böldükten sonra buzluğa atıyorum, bir ay gidiyor.
Maaşım ve yaşamım, her köşe yazarını otomatik olarak “babadan/kocadan/aileden varlıklı zanneden”, “Bir ayakkabıya 800 lira verirsin ama” diyen hayal gücü yüksek okurların söylediğinin aksine, hayli mütevazı.
Bir yerden 800 lira gelse, gider kredi borcuna yatırırım.
Hastanede hasta değil, refakatçi olarak bulunmakta iken kulak misafiri olduğum konuşmayı yazmadan önce, bilgiler konusunda net olmak için hastaneyi arayarak ücreti, randevu ve sigorta durumunu tekrar öğrendim.
Bu da “Teyit mekanizması işlemeden, kulaktan duyma bir haber, gazetemizde yazılmaz” anlamına geliyor.
Üstelik bu bilgilerin hiçbiri gizli değil. Herkes ulaşabilir.
Dahası, medyatik bir doktorun aldığı ücret, her zaman haber konusudur.
800 TL muayene ücretini öğrenip bunu gündeme getirmemek tuhaf olurdu esas.
Ha, özel sağlık sisteminin, sigorta şirketlerinin ve hastanelerin para kazanması üzerine şişirme fiyatlarla tasarlandığı bir ülkede, 800 TL’lik ücreti normal buluyorsanız, onu bilemem.
Tabii burada sadece Karatay’ı değil, sağlık sistemini sorgulamak gerekir.
Bilim, bilgi pahalıdır, fakat iyi hekimler, herkesin kendisine ulaşabileceği imkanlar da yaratmalıdır.
Özel hastanelerin çoğunda kardiyoloji, kalp ve damar cerrahisi gibi alanlarda bırakın özel sigortayı, Sosyal Güvenlik Kurumu sigortası bile geçerli olurken, Karatay’ın özel sağlık sigortası bile kabul etmemesini anlamakta güçlük çekiyorum.
Yani sadece cebinizde 800 TL’niz varsa randevu almanız mümkün.
Tedavi sürecinde tahliller, ameliyat, hastane masrafları derken bu rakam fazlasıyla artıyor.
Bu rakamları özel sigortanız olsa bile, Türkiye nüfusunun ancak küçücük bir yüzdesi karşılayabilir.

Yazarın Tüm Yazıları