İyilik her zaman kazanır mı?

Haberin Devamı

Sosyal medyada biraz vakit geçirdiğinizde, olan biteni sansürsüz ağızlardan dinlediğinizde ortaya sadece bir resim çıkıyor: Felaketin eşiğindeyiz ve kimse kendi hayatından ödün vermek istemiyor.
Bahsettiğim mesele konserlerin iptal olması, terör olayları yüzünden günlük hayatın devam edememe hali değil.
Bunlar, içinde bulunduğumuz durumun sonuçları.
Sonuçları konuşuyoruz ama konunun kendisini atlıyoruz. Geçtiğimiz yolu, o sonuca giden süreci sanki başkasının başına geliyor gibi davranarak görmezden geliyoruz.
Ne kadar büyük bir ahlaki çöküntü içinde, nasıl bir felaketin eşiğinde olduğumuzu ve buralara sürüklendiğimizi herhalde haber akışının bizzat içinde, hatta hedefinde olan gazeteciler fark ediyor.
Kendi hayatını sürdüren ve diğer mesleklerle ilgilenenler vaziyetin gerçek boyutlarının farkında değil.
Yaşadığımız zamanı anlamak biraz zor.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözü biçim değiştirdi, eğer ortada büyük bir haksızlık varsa, bu haksızlığa ses çıkarmak kendi konfor alanımızdan ödün vermek demekse kılımızı kıpırdatmamayı tercih ediyoruz.
Veya o haksızlığa ses çıkarmak kendi işimizi, düzenimizi biraz bozacak olsa susup oturmayı tercih ediyoruz.
Sokağa çıkın, etrafınıza bir bakın. Dolup boşalan AVM’leri, kafeleri, sokakları... 7’den 70’e insanları bir izleyin.
Dünyanın en acımasız, en çirkin, en kötü haberleriyle yaşayan değil, son derece normal ve sıradan; düz bir çizgide ilerleyen bir ülkenin insanlarını, daha doğrusu öyleymiş gibi yaşayan insanları göreceksiniz.
Tabii ülkede felaket haberinin bin türlüsü varken pek çok insanın kılını bile kıpırdatmadan yaşayabilmesi için vicdanların da rahatlaması gerekiyor.
Peki nasıl rahatlıyor o vicdanlar?
Sosyal medya ve medya aracılığıyla ulaşan haberleri “başkasının ülkesinde, başkalarının başına gelen kötü olaylar” olarak algılamaya başlıyoruz.
Bizim başımızda değil, tanımadığımız başkalarının başında gibi tüm olanlar.
Bizi ilgilendirmiyor, bizim çocuklarımızı ilgilendirmiyor, hele ki geleceğimizi hiç ilgilendirmiyor sanki.
Bir yandan okunanlar ve görülenlere “daha kötü, daha acı bir haber olamaz, daha insanlıktan çıkmış, daha vicdan yoksunu bir durum olamaz” tepkisi verirken, bir yandan da bunlar uzak diyarlardaki insanların başına geliyormuşçasına rahat hissetmek... Öyle yaşamak...
Bugünün insanını anlamak hakikaten zor.
Bir yandan günlük hayatını sürdürmesi, çocuğunu yetiştirmesi, işini sürdürmesi, normal bir hayat yaşadığını düşünerek akıl sağlığını koruması gerekiyor, öte yandan yaşadığı ülkenin içinde şahit olduğu kötülüğü görüyor ama müdahale etmek istemiyor.
Sonra suçluluk duyuyor ve vicdanını rahatlatmak için “Her şey yolunda, kötülük var ama benden çok uzakta, zaten ne yapabilirim ki?” demeyi tercih ediyor.
En zorda, en çaresiz kaldığımız anda iyiliğin kazanacağını, adaletli bir dünyada yaşadığımızı düşünerek rahatlamaya meylediyoruz.
Bu, en azından geleceğe dair biraz umut beslememizi sağlıyor.
Peki her zaman iyiler kazanır mı?
Kazanmaz.
Her zaman iyiliğin kazanacağını düşünmek hayalperestlik düzeyinde iyimserlik olur.
Ancak bir bataklığın içinde debelenirken iyiliğin eninde sonunda kazanacağını düşünmekte hiçbir sakınca yok.
Sebebi basit:
Evren, denge üzerine kurulu. Bizi oluşturan moleküllerden, başka galaksilere kadar gidebilirsiniz, prensip değişmiyor. Denge bozuldu mu, kaos geliyor.
Tekrar kararlı hale dönmeye çalışıyor evren.
Bu somut gerçek elimizde varken, bu kadar kötülükten sonra dengenin tekrar sağlanması için iyilik kazanacak, buna şüphe yok.
Doğa kanunları öyle söylüyor ve doğa ile savaşmanın mümkün olmadığını biliyoruz. Bunu bilmeyenler düşünsün.
Bu kadar çirkinliğin, bu kadar kötülüğün içinden elbette iyilik çıkacak ama her şey normal gibi yaşamak, tepki göstermekten çekinmek, dengenin, yani iyiliğin geleceği günü ötelemekten başka bir işe yaramıyor.

Yazarın Tüm Yazıları