“Bilmiyorum” diyememek

Zamanımızın hastalığı galiba bu.

Haberin Devamı

Herhangi bir konuyu bilmediğini saklamak, eğer mecbur kalırsan “bilmediğin” hakkında uzuuun uzun konuşmak. “Konuya hakim insan” resmi çizmek.
Bilmediğin konuyla ilgili konuştuğun cümleler uzadıkça gafların artması, arttıkça “Genel olarak sözlerinin arkasında durmak” için lafı uzatmak, uzattıkça daha büyük yanlışlara saplanmak...
Sadece bir yerde değil, hayatın her alanında karşımıza çıkan bir mesele.
Kürsüde bas bas bağıran politikacısından tartıştığın otomobil sürücüsüne, televizyondaki “atışma” programlarında gevreyen beyefendiden apartmandaki komşu teyzeye, ortak davranış biçimimiz haline geldi bu.
Yanlışlarımızı, hatalı olduğumuzu, başarısızlığımızı, eğer haksızsak haksızlığımızı kabul edememek.
Yanlış da yapsak illa arkasında durmak, hatta gerekirse efelenmek.
En çaresiz noktaya kadar hatalı hale yapışmak, çaresiz noktada “Sen kimsin”cilik ile kendini savunmak, bilgiyi küçümsemek, önemsizleştirmek, öncelikleri tepetaklak etmek...
Kısacası: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak ve bunun normalleşmesi...
Bir magazin/ yaşam ekinde yazan bir gazeteci olarak magazin programlarını/ yazılarını eleştirirken zorlanıyorum, benzer işleri yaptığımız meslektaşları eleştiri yağmuruna tutmak veya işlerini yapış şekillerini eleştirmek biraz taraflı bakmak gibi geliyor.
Hiç hata yapmayan insanlarmışız gibi konuşmak istemiyorum ama...
Dün sabah TV8’deki Aramızda Kalmasın programında yaşananları “bu dönemin simgesi” olarak bir kenara koyacağım izninizle.
Programda, Sabahattin Ali’nin romanı Kürk Mantolu Madonna üzerine “Şarkıcı Madonna”nın hayatı değil miydi o yahu” cümlesi ile özetlenebilecek bir sohbet döndü.
Sosyal medyada fırtına koptu, bunu son 10 yılın en büyük televizyon skandalı olarak değerlendirenler bile oldu.
Magazin yorumu yapmak üzere ekranlardan bize seslenen arkadaşlarımızın
Türkiye ve dünya üzerinde yazılmış tüm romanları okumalarını beklemiyoruz.
Hata yapmak, filmi yapılacağı söylenen bir kitabı okumamış olmak, yazarı bilmemek, daha önce hiç rast gelmemek, -pek iyi bir manzara çizmese de- gayet mümkün, anlaşılır, kabul edilebilir bir durum.
Fakat programda bahsedilecek bir kitapla ilgili konuşabilmek için, az da olsa o kitapla ilgili malumat sahibi olmak gerekmiyor mu?
Programlarınızın konuları “Amaaan işte, konuşuruz, ne var canım”dan fazla ilgi gösterilmeyi hak etmiyor mu?
“Film olacakmış” haberi yapacaksanız buna niçin hazırlık yapmıyorsunuz, haydi hazırlık yapmadınız ve bir gafa imza attınız, yanlış anladığınızı, bilmediğinizi fark ettiğiniz bir durumdaki yanlışa yapışıp bunu sürdürmek nedir? Niyedir?
“Kitabı okudum ama altını çizecek bir yer göremedim” demek nedendir?

Haberin Devamı

Bu olayı geçiştirmeyin

Haberin Devamı

Gündüz magazin programlarının en büyük derdi: Uzun sessizliklere mahal vermemek için durmadan konuşma ihtiyacı hissetmek.
Televizyonculuk uzun sessizliklere müsaade etmez elbette, fakat sürekli “konuşur halde” kalmak, konuşulan konu hakkında bilgi sahibi olmaktan daha önemli artık televizyonlarda. Ekranların büyük yüzdesini kaplayan tartışma programları, reality show’lar, evlendirme programları “kendi söylediğimin arkasında durayım da ne olursa olsun”culuk oynuyor. Bu tespiti keşke koca bir kamyonu yokuş aşağı son hız duvara toslamadan önce yapabilseler... Dilerim ki programlarında “Ne var bunda canım” deyip geçiştirmezler, hoş, sorun bundan daha
büyük ama...

Haberin Devamı

İzleyicileri, samimi bir özrü, “Kusura bakmayın, kabul edilemez bir hata yaptık, affedin” cümlesini duymayı hak ediyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları