Bazen hayat çok tuhaf

İnsanın en savunmasız olduğu anlar sabah saatleri, ilk uyandığı dakikalar olurmuş.

Haberin Devamı

Doğru ya, hani çok acı bir olay yaşarsınız, bir biçimde uyumayı becerirsiniz, sabah uyandığınızda, gözlerinizi açtığınızda, ilk birkaç saniye sanki hiçbir şey olmamıştır, hayat olağan akışında devam etmektedir. Sonra bir anda dün olanlar aklınıza gelir, belki birini kaybetmişsinizdir, belki bir ayrılık yaşıyorsunuzdur, o aklınıza düşüverir ve acıdan kavrulmaya başlarsınız.
Gözyaşı döker, olduğunuz yerde kıvrılır kalırsınız...
Günün ilerleyen saatlerinde daha dayanıklısınızdır. Ağlamayabilirsiniz. Çektiğiniz acıyı göstermemeyi becerebilir, yapmakta olduğunuz işleri sürdürme gücünü bir biçimde kendinizde bulabilirsiniz. Nispeten “normalleşirsiniz” yani.
Fakat sabah o ilk anlar... İnsana gerçekleri tokat gibi yapıştıran o dakikalar...

İşte, tam da bu yüzden sabah uyandığımızda ilk iş haberleri karıştırmak olmamalı belki de. En savunmasız olduğumuz anlarda din-mezhep kavgası yüzünden kafa kesen adamları, siyasetçilerin her şey normalmiş gibi sürdürdükleri zengin hayatlarını, insanın beynini alev alev yakan binbir saçmalığı okumamalıyız belki de.
Bunları günün daha dayanıklı hissettiğimiz saatlerine saklasak herhalde daha iyi. Kafa sağlığını korumanın yegane yöntemi, bir ihtimal, bu.
Dünyanın başka bir yerinde adamlar kuyruklu yıldıza insan yapımı araç indirdiler, dahil olduğumuz “Ortadoğu” denen karanlık çukurda ise hâlâ insanlık evrimini tamamlamakla meşgul. Geriye doğru evrim tabii, bunun son noktasında mağaralara sığır resmi çizip, birbirimizle işaret diliyle konuşuyor olacağız. Bin küsur sene önce Biruni’lerin, İbn-i Heysem’lerin, El Harezmi’lerin çıktığı bir coğrafyanın bugünkü şöhreti, din uğruna kafa kesen bir takım adamlara dayanıyor. Ne hazin, değil mi?
“Yüzünü batıya dönmek”, kuyruklu yıldızın üzerine insan yapımı araç kondurabilecek bir teknolojiye, buna imkan sağlayan bilimsel çalışmalara ve bu zihin yapısına yüzünü dönmekti esasında. Biz bunu biraz yanlış anladık herhalde. “Para ile dönen, para döndüren dünya” kısmını aldık, esas almamız gereken kısmı orada bıraktık.
Sadece AVM’lerden, alışveriş kültüründen ve doğayı bile yutan, üzerine beton kaplayan al-sat dünyasından bahsetmek “para ile dönen/para döndüren dünya”ya giriş sadece.
Bilimi, teknolojiyi bile parasını ödeyerek satın alıyoruz. Vincinden tut otomobiline kadar tüm araçlar, bizi hayata bağlayan akıllı cihazlar; hepsi ama hepsi “gavur” malı. Biz üretmiyoruz, satın alıyoruz. Çünkü biz, kafa kesenler diyarına hapsolmuş, gündemi dünyanın geri kalmış bölgesinin geri kalmış gündemiyle şekillenen, sadece “para” ile övünebilen, öte yandan “Çok iyiyiz, yav, çok güçlüyüz, insanlar adeta bizden korkuyor, siyasi tarihe geçtik adeta, bu über bilimsel stratejilerimiz üniversitelerde anlatılmalı” diyen insanların kendini pışpışladığı bir ülkede yaşıyoruz.
Eh, tabii insanı da coğrafyasına göre şekil almış. Elinde, evinde dünyadaki her türlü bilgiye erişebilecek imkanı veren pahalı akıllı cihazların son modeli var ama sadece oyun oynayıp vakit öldürmeye yarıyor. Kuş fırlatmak, çiftlik kurmak, şeker patlatmak ile vakit geçirmek kafi geliyor. Yılan oynadığımız Nokia’lı günlerden farkımız yok bugün. Sadece oyunlar daha renkli, biraz daha sosyal o kadar. Muhtemelen 50 sene sonra 3 boyutlu şekerleri hologram olarak oturduğumuz koltuğun önünde patlatırken hâlâ insanlığı bir adım ileri götürmeyen konulardan bahsediyor olacağız.
O sırada artık “gavur” başka bir galaksiye insan mı gönderir, evrende başka akıllı yaşamlar mı keşfedilir, ölümsüzlüğün sırrı mı çözülür, ben bilmem.
Tamam, manzara iyi görünmüyor. Fakat karanlığa doğru yüzmenin alemi yok. En azından bireysel olarak çaba göstermedikten, kendimizi o “çukur” hissinden çekip almadıktan sonra bir yere gidemeyeceğimiz kesin.
Belki de bir kişinin çıkıp ısrarla garabet ülke gündeminden farklı bir konudan bahsetmesiyle, hapsolduğumuz yerden kafasını çıkarıp bambaşka bir dünyadan haberler vermesiyle başlar değişim, ne dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları