Taşların ve tatların masalsı diyarı

Alaçatı denince benim aklıma ne sörf ne dar sokaklarındaki aşk koşuşturmaları ne de içkili gecelerin ertesindeki pişmanlıklar gelir. Benim aklıma ilk gelen, lezzetli yemekler ve Alaçatı Pazarı. Cumartesi günleri kurulan bu pazar, bence Türkiye’nin en renkli, en lezzetli pazarı. Aslında Alaçatı’nın tümü lezzetli. Eti, otu, böreği, çöreği insanın aklını başından alır.

Haberin Devamı

Alaçatı lezzetlerine dalmadan önce, bir miktar Ege’nin gözbebeği bu kasabadan söz etmek gerekir ki, lezzetin sırrı anlaşılsın.

Alaçatı’ya gelirken, konukları önce sarı mimozalar karşılar. Sonra, rüzgârın üfürmesiyle zeytin ağaçları sarıp sarmalar.

Adını bilmediğim çiçekler, masmavi gökyüzü, lavanta kokan rüzgâr, beyaz beyaz köpüren lacivert deniz Alaçatı’yı süslemeye başlar.

Aklıma gelmişken, lavanta en güzel morunu burada sergiler.

Sadece ben değil, ünlü tarihçi Heredot da Alaçatı’nın, ‘En güzel gökyüzünün altında kurulmuş en güzel kasaba’ olduğunu dünya âleme ilan eder.

Cumbalı taş evler Alaçatı’nın dar sokaklarına çok yakışır. Kasabanın bir de özel kokuları vardır: Mesela rüzgâr denizden esince iyot kokusu dört bir yanı kaplar.

Öğleüstü kavrulmuş, haşlanmış ot kokuları sarar etrafı.

Haberin Devamı

Akşama doğru anason kokusu bulutlara doğru yükselir. Bu kokuya ızgaralardan çıkan balık, ahtapot ve kalamar kokuları eşlik eder.

MASALLAR DİYARI

Alaçatı’da birçok masal anlatılır ayrıca. O masalın kahramanları, Sakız Adası’ndan buraya çalışmaya gelen Rum gençleridir.

Kimi zeytin toplamış, kimi bağlardan şaraplık üzüm kesmiş, kimi de bugün tek tek onarılan taş evlerin inşaatında çalışmış.

Zamanla nüfusları 13-14 bine ulaşan bu Rumlar, Alacaat’a dilleri dönmediği için ‘Alasata’ demeye başlamış.

Sonra bu da Alaçatı olup çıkmış.

O yıllarda da kasabanın meyhanelerinin, bugün olduğu gibi çok meşhur olduğu söylenir.

Rumların, Sakız Adası’ndan kayıklarla buraya kafa çekmeye geldikleri yemin billah anlatılır.

Burada geçen yaşamlar da masal gibi.

Örneğin bu masalların birinde, savaş çıkınca Rum nüfusun geri döndüğü, onların boşalttığı taş evlere, adalardan ve Balkanlar’dan gelen göçmenlerin yerleştiği anlatılır.

Mübadeleden sonra üzüm bağlarının sökülüp, buğday tarlasına dönüştürüldüğünü, tütün ekebilmek için sakız ağaçlarının kesildiği anlatılırken, yüreğinize bir hüzün oturduğunu hissederseniz şaşırmayın.

Haberin Devamı

Anason üretimi hakkında da bir şeyler anlatılır.

Onlara göre, halis Türk rakısı Çeşme anasonundan yapılırmış, onun için anason üretimine devam edilmiş.

Kaliteli ürün sadece anason değilmiş...

Bademin en lezzetlisi, armudun en güzel kokulusu da Alaçatı’da yetişirmiş.

Masalın bir yerinde, söz mutlaka rüzgâra gelecektir.

Çünkü, sörfçüler günün birinde buranın rüzgârının üstüne rüzgâr tanımadıklarını söylemişler, bunu duyan dünya âlem buraya koşuşturmuş.

Aslında Piri Reis ‘Kitab-ı Bahriye’sinde bu rüzgârdan asırlar öncesinde bahsetmiş, Alaçatı için, “Rüzgârı eksiksiz, denizi yufkadır” diye söz etmiştir.

LEZZETİN SIRRI KARIŞIM

İşte Alaçatı’nın mutfağının neden lezzetli olduğunun ipuçlarını veren masalın kısa bir özeti.

Haberin Devamı

Bir yanda Osmanlı, bir yanda Ege adalarından gelenler, bir yanda Balkan göçmenleri.

Tüm bu karışımın oluşturduğu mutfağın lezzetsiz olma şansı var mı?

Onun için bu güzel kasabaya gittiğimde, bademli fasulyenin, taratorlu taze börülcenin, rokalı firik salatasının, domat aşının, kimyonlu favanın, vişneli yaprak sarmasının, fırında balkabağının, kişnişli köz patlıcanın peşine düşerim.

Kadehimden ilk yudumu almadan önce, ekşi mayalı Germiyan ekmeğini, kekikli sızma zeytinyağına batırarak yemeyi hiç ihmal etmem.

Masada, içinde teneke tulumu erimiş, sızma zeytinyağı ile lezzetlendirilmiş, közde pişmiş bir bütün patlıcan olmazsa huzursuz olurum.

Ezine peyniri ile yapılmış Saganiki’nin, Yunan adalarında yapılanlardan daha lezzetli olduğunu sürekli iddia ederim.

Haberin Devamı

Limon, zeytinyağı ve sarmısakla lezzetlendirilmiş helvacıotundan, çitlenbik otundan, erikotundan, bakla filizinden ve diğer Ege otlarından asla vazgeçmem.

Onların bulunmadığı masanın öksüz olduğuna inanırım.

Deli Kenger dolması, Arapsaçlı enginar masaya konmamışsa mızmızlanırım.

Üstüne limon ve zeytinyağı gezdirilmiş acı soğan turşusunu görmezsem bir eksiklik duyarım.

BOTANİK ÜNİVERSİTESİ GİBİ PAZAR

Alaçatı’da sebzelerin kralı bence şevket-i bostandır.

Bu bitkiye kimileri akkız, kimileri süt dikeni der.

Kim ne derse desin bütün isimler ona yakışır.

Aslında Ege’nin kırlarında bulunan bu özel bitkiyi bilmeyen, onu diken zanneder, geçer gider.

Gerçekten de görünüşü öyledir. Toprağa yayılmış dikenli yaprakların hiçbir cazibesi yoktur.

Haberin Devamı

Şevket-i bostanı sökmek hiç kolay değildir.

Önce çapayla etrafını açmak gerekir, sonra yapraklarından tutup, çapanın da yardımıyla toprağın derinliklerine doğru inmiş kökü çekip çıkartmak gerekir.

Havuç benzeri beyaz bir köktür bu.

Her derde deva olmasının yanı sıra damakları da bayram yerine çevirecek kadar lezzetlidir.

Tüm bu bilgileri, öyküleri Alaçatı Pazarı’nda öğrenip dinleyebilirsiniz.

Orası bir botanik üniversitesi gibidir.

Örneğin, gelinciğin çiçeklenmeden önce saplarının yenebileceğini, yabani kuşkonmazın (veya sarmaşıkotunun) nerede bulunacağını, filbaşının tohumlarının kıvrım kıvrım kıvrılarak hareket ettiklerini, yabani sarıpapatyaların filizlerinin çok lezzetli olduğunu, üç yapraklı yoncaların salatasının yapıldığını, bal otunun sahte bal üretiminde kullanıldığını, cehennemotunun, sevmediği otların yanında yetişmediğini pazarcılar size seve seve anlatacaklardır...

Size Alaçatı’dan lokanta adresi vermeyeceğim.

Çünkü bütün lokantalar bu yemekleri çok lezzetli yaparlar.

Adeta lezzet yarıştırırlar.

Yazarın Tüm Yazıları