‘Yüzde 52’ Anayasa’yı değiştirmedi

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “Halkın yüzde 52’sinin oyuyla seçilmiş bir cumhurbaşkanının, Cumhurbaşkanlığı makamının tartışma konusu yapılmasını doğru bulmam” dedi.

Haberin Devamı

“Milli iradeye saygı, yüzde 52’ye de saygı göstermeyi gerektirir. Zira Cumhurbaşkanı’na bu görevi de bizzat millet vermiştir” diye de ekledi.

Bu, Cumhurbaşkanı’nın bildik siyaset yapma tarzı.

Önce meseleyi gerçekte cereyan ettiği gibi ortaya koymuyor.

Sorunu tarif ederken, kendisini haklı çıkaracak şekilde tahrif ediyor. Sonra o tahrif edilmiş meselenin yanlışlığı üzerinden kendini haklı çıkarmaya çalışıyor.

Ben bu çarpıtmayı düzeltmek isterim ki “milli irade” kandırılmasın!

Bir kere tartışılan konu Cumhurbaşkanlığı makamı değildir.

Tartışığımız konu, Cumhurbaşkanı’nın kim olduğu ya da o makamı hak edip etmediği de değildir.

Halk serbest seçimlerle Erdoğan’ı seçti, cumhurbaşkanı yaptı, bunu tartışmak zaten kimsenin haddi de değildir.

Tartıştığımız konu, halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın, halkın oylarıyla kabul edilmiş Anayasa’da tarif edilen görev sınırlarının içinde kalmamasıdır.

Haberin Devamı

Namusu ve şerefi üzerine ettiği tarafsızlık yeminini bozması, bir siyasi parti için devlet olanaklarını kullanarak miting yapması ve oy istemiş olmasıdır.

Erdoğan, aday olduğunda Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerinin nasıl tarif edildiğini biliyordu.

Aday olduğunda, “tarafsızlık” için yemin edeceğini de biliyordu.

Halkın yüzde 52’sinin ona oy vermesi, Anayasa’yı değiştirmiyor.

Seçilmeden önce “Farklı cumhurbaşkanı olacağım, oturmayacağım, koşacağım” demiş olması da Anayasa’yı değiştirmiyor.

Eğer bugün yapmaya çalıştığı gibi “süper yetkili cumhurbaşkanı” olmak istiyorduysa, yapacağı şey belliydi:

Anayasa’yı değiştirmek için millete gidip, oy isteyecek, millet ona bu yetkiyi verirse Anayasa’yı değiştirdikten sonra seçime girip cumhurbaşkanı ya da başkan seçilmeye çalışacaktı.

Bunları yapmadı. Ve şimdi çıkmış, halkın yüzde 52’sinin kendisini seçmiş olmasını “Anayasa’yı çiğneme, tarafsızlığını bozma yetkisi vermesi” olarak yutturmaya çalışıyor.

Hayır bayım öyle değil.

Halk sizi mevcut Anayasa’ya göre seçti. Bunu beğenmiyorsanız istifa edin, siyasete girin, Anayasa’yı değiştirin ve sonra yeniden seçilmek için milletin onayını isteyin.

Haberin Devamı

Bunu yapamıyorsanız, Anayasa’ya uyun ve yemininizi çiğnemeyin.

Bizim için “namus ve şeref üzerine ant içmek” önemini hâlâ koruyor çünkü!

CAMİ KAPISINDA ‘LİNÇ’!

DİYARBAKIR’da silahlı saldırıda ölen İhya Der Başkanı Aytaç Baran için geçtiğimiz cuma günü Urfa’da bir gıyabi cenaze namazı kılındı.
Allah kabul etsin diyelim ama anlatacaklarımı dinleyin önce, sonra da Allah bu namazı kabul etmiş midir diye Diyanet’e soralım.
Cenaze namazını kılmak isteyen grup kendisine “Peygamber Sevdalıları Platformu” adını vermiş.
Bunlar cuma namazı çıkışında Balıklıgöl’deki Dergâh Camisi’nin kapısında saf tutmuşlar.
O sırada camide namazını kılıp dışarı çıkmaya çalışan iki genç ile grup arasında “yol açılması” ile ilgili bir tartışma yaşanmış.
Sonuç: Peygamber Sevdalıları, tekbir sesleri arasında tekme-tokat, demir sopalar ile gençleri linç etmek istemiş, polis gençleri, zorbaların elinden zor kurtarmış.
Bunun nasıl bir şey olduğunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum.
Kendilerine “Peygamber sevdalıları” diyorlar, namaz kılmak için saf tutuyorlar ve yol isteyen iki genci linç etmek istiyorlar!
Hazreti Muhammed buna razı gelir miydi? Yoksa “siz beni sevmeseniz daha iyi olur” mu derdi?
Namaza durmaya hazırlanırken, bir anda linççi olabilecek kişilerin Müslümanlığı için mesela Diyanet İşleri ne düşünüyor? İslam böyle bir din mi?

Haberin Devamı

SUUDİ KRALI’NIN HEDİYELERİ MESELESİ

DÜN Hürriyet’te Çınar Oskay’ın, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Basın Danışmanı Ahmet Sever ile yaptığı söyleşiyi merakla okudum.
İlk işim Sever’in kitabını alıp okumak olacak.
Çınar Oskay söyleşide şöyle bir soru soruyor:
“Mehmet Y. Yılmaz yıllarca köşesinde her pazartesi Suudi Arabistan Kralı’nın hediyelerini sordu. Abdullah Gül neden cevap vermedi?”
Sever de şöyle yanıtlıyor: “Üslubuna kızdı. Cumhurbaşkanlığının ilk yıllarıydı. Zaten her yandan saldırı var. O kadar titiz bir insan. Ne aldıysa Kayseri’deki Abdullah Gül Müzesi’ne alındı. Hepsi oraya konacak. Oradan gelen neyse, ben de bilmiyorum, envanteri tutuldu. Hepsi Abdullah Gül Müzesi’nde sergilenecek.”
Gül, üslubuma kızmış olamaz. Çünkü terbiyesizlik yapmadım, hakaret etmedim, soru sordum sadece.
Kaldı ki istersem terbiyesizlik yapma hakkım da var, AİHM kararları, kamu yöneticilerinin en ağır eleştiriye bile tahammüllü olmaları gerektiğini vaaz ediyor.
Ben bir soru sordum, yanıt alamayınca her hafta sormaya devam ettim. Bu tür hediyeler ile ilgili olarak nasıl bir işlem yapılacağı kanunlarımızda yazılı, bununla ilgili bir de yönetmelik var.
Böyle bir hediye alınmak zorunda kalındığında (ki diplomatik nezaket, hediyenin reddedilmesini olanaksız kılıyor) ne yapılması gerektiği belli:
İki hafta içinde beyan edilecek ve hediye ilgili kamu görevlisinin bağlı bulunduğu kurum üzerinden Hazine’ye aktarılacak.
Kanunlarımızda “envantere kaydet, sonra götürür müzende sergilersin” diye bir serbestlik yok ve Cumhurbaşkanı ettiği yemin gereği kanunlara uymak konusunda hepimizden daha titiz olmalıydı.
Ben sorumu sordum ve diyelim ki “üslubumla kızdırdım”!
Bu kızgınlık, kanunları geçersiz mi kılıyor?
Sever, bir gazeteci olarak Cumhurbaşkanı’na danışmanlık yaptığına göre onu uyarmalıydı: “Efendim, hediyenin beyan edildiğini gösterir belgeyi yollayalım, yayınlasın, yoksa bu iş sakız gibi uzar, peşinizi bırakmaz” demeliydi.
Bu vesileyle tekrar hatırlatıyorum: Suudi Arabistan Kralı, devlet büyüklerimizin eşlerine ve kendilerine ne hediye etti? Bunların beyannameleri nerede?

Yazarın Tüm Yazıları