Torba kanun aceleciliğinin sonucu

BİR hukuk devletinde asla yaşanmayacak bir skandalın göbeğindeyiz.

Haberin Devamı

Tutuklama kararları vermeye yetkili Sulh Ceza Hâkimleri reddedildi, bu talebi karara bağlayacak makam belli değil.
Benim gibi düşünenlere göre Asliye Ceza Mahkemesi yetkili olmalı. Bir başka görüş ise bu konuda yetkili makamın “en yakın ildeki Sulh Ceza Hâkimi” olması gerektiği yolunda.
Bir yorum farkından söz edebiliriz tabii ama son derece hassas bir konu bu: Kişi hak ve özgürlükleri ile ilgili, bir insanın özgürlüğünün kısıtlanması ya da kısıtlanmaması buna bağlı.
Ve böyle bir durumun “yoruma açık” olmasının bir tek nedeni var: Torba kanun!
AKP hükümeti, yolsuzluk soruşturmalarını örtbas edebilmek için alelacele bir torba kanunun içine Sulh Ceza Hâkimleri ile ilgili maddeyi attı ve yaşadığımız şey bunun sonucu olarak gerçek bir hukuk skandalı.
Oysa Adalet Bakanlığı’nda bu işlerden anlayacak yüzlerce hukukçu var. Meclis’in neredeyse üçte biri hukukçu. Her partide hukukçular var, aralarında bazıları profesör unvanına da sahip.
Ama yine de kanun böyle yarım yamalak çıktı, çünkü ne tartışılacak zaman oldu, ne de çıkan kanunun eksiği gediğini düşünecek zaman.
Normal süreçler izlenseydi ve bu iş torba kanunla yapılmaya kalkışılmasaydı şöyle olacaktı:
Adalet Bakanlığı uzmanları kanun tasarısını aralarında tartışıp hazırlayacaktı. Bu tasarı hükümete gelecekti. Hükümet tartışacak, eksiği gediği var mı bakacaktı. Hükümette de birçok hukukçu var, biliyorsunuz.
Sonra bu tasarı Meclis’e gelecek, Adalet ve Anayasa komisyonlarında tartışılacaktı. Her parti, en önemli hukukçularını bu komisyonda görevlendirirdi.
Onlar aralarında tartışacaklar, kanunun mükemmel halde yazılmasını sağlayacaklardı.
Sonra TBMM’de görüşülecek, tartışılacak ve nihayetinde son düzeltmeler önergeler vasıtasıyla yapılacak, oylanacak ve kabul edilecekti.
O vakit de bugün yaşadığımız skandalı yaşamıyor olacaktık.
Ama AKP’nin “Ben yaptım oldu” anlayışı işte Türkiye’yi bu hale getirdi.

Haberin Devamı


Toplum yozlaşınca böyle olur


ULUSLARARASI Şeffaflık Derneği’nin araştırmasına göre, Türkiye’de seçmenlerin yüzde 48’i oy verdiği parti ile ilgili yolsuzluk iddialarına rağmen oyunu değiştirmiyor.
Dernek Başkanı Oya Özarslan araştırma sonuçları ile ilgili olarak “Dehşete düşmüş durumdayım” diyor.
Dehşete düşülecek bir durum yok aslında.
Bu Türkiye’deki genel yozlaşmanın bir sonucu ve hiç de şaşırtıcı değil.
Çünkü aslına bakarsanız “yolsuzluk” diye tanımladığımız genel durumdan faydalanmayan, dolaylı ya da dolaysız bir şekilde yolsuzluklara bulaşmayan çok az insan olmalı bu ülkede.
Siyaset, büyük ölçüde yolsuzluklarla finanse ediliyor ve onun kırıntılarından kömür olarak, un olarak, yağ olarak seçmen de yararlanıyor.
Bu ülkede “çarkları yağlamak” artık bir iş yapma biçimi.
“Bal tutanın parmağını yalayacağına” olan inanç da bir tür “gelir bölüşümü” gibi görülüyor.
Unutmayalım ki “müteahhit tavlası” denilen oyun bu ülkede icat edildi, rüşvet vermenin, işini görmenin ve yolunu bulmanın en pratik yolu olarak zarlar atılmaya devam ediyor.
Bu ülkede her ne yapıyorsanız genel inanca göre bunu “bir çıkar için” yaparsınız.
Mustafa Denizli, bir pozisyonda penaltı yok dediyse, bunu mutlaka bir çıkar için yapmıştır, buna inanılır. Pozisyonu öyle gördüğü için öyle yorumladığına inananlar sadece o takımın taraftarlarıdır, ertesi hafta da onlar Denizli’nin “bir çıkar için” bu kez ofsaytı kasten yanlış yorumladığına inanırlar.
Bu ülkede yasaların arkasından dolaşmak, işini bilmektir.
Hiç suç işlemediğini düşünen bile en azından balkonunu salonuna katmıştır, imar suçu işlemiştir!
Bu tabloyu en genel anlamıyla “yozlaşma” diye tanımlayabiliriz ve ne yazık ki böyle bir ülkede yaşıyoruz.
Onun için de burnumuz o olmaması gereken yerden bir türlü kurtulamıyor!

Haberin Devamı

Birkaç dilim çikolata işe yarayabilir


DOĞRUSUNU isterseniz KKTC Cumhurbaşkanı’nın ucuz kurtulduğunu düşünüyorum.
KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı “Anavatan–yavruvatan” ilişkisi yerine iki kardeş ilişkisi kuralım” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hemen sinirlendi tabii: “Ağzından çıkanı kulağı duyması lazım.”
Allah’tan sonra telefonda konuştular, belli ki Akıncı biraz alttan aldı ve sorun daha fazla büyümeden yumuşadı.
Yoksa meydanlarda bir de “Eyyy Mustafa Akıncı” diye başlayan nutuklar dinlemek zorunda kalacaktık, burası kesin bilgi.
Akıncı’nın sözlerinde aslında sinirlenilecek bir durum yok. Lefkoşa’daki büyükelçilerin zaman zaman “müstemleke valisi” gibi davrandığı ve Kıbrıslıların da buna kırıldıkları bilinen bir gerçek.
Ama Cumhurbaşkanımız için böyle şeylerin önemi yoktur, o sinirlenebilir.
Bundan herkes kendine göre pay alabiliyor, kimisi az, kimisi çok, KKTC Cumhurbaşkanı’nın payına az olan rastladı. Aslına bakarsanız Cumhurbaşkanı’nın daha sakin olması kendi sağlığı için de daha yararlı bir şey.
Yeni yaptırdığı sarayında sağlıklı yaşam için bir “Lokman Hekim” de bulunduruyor.
O çeşitli şifalı bitkilerden de yararlanarak Cumhurbaşkanı’nın sağlığını koruyor.
Saadet Özen’in “Çukulata: Çikolatanın Yerli Tarihi” isimli ilginç kitabı Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı.
Değerli bir çalışma, ilginizi çekecek çok şey bulabilirsiniz.
Çikolata, seretonin hormonu salgılanmasına da yardım ediyormuş ve bu hormonun salgılanması insanı mutlu kılıyor, sakinleştiriyormuş.
Acaba Saray’ın Lokman Hekimi bu kitabı okudu mu?
Belki günlük beslenme programına birkaç dilim çikolata eklemek yararlı olur diye düşündüm, hatırlatayım istedim.

Yazarın Tüm Yazıları