Tanrı seni korusun Mrs. Robinson!

LONDRA’daki O2 Arena’da Paul Simon ile Sting, arkalarında muazzam bir orkestra ile sahnede Mrs. Robinson’u söylemeye başladıklarında çevreme alıcı gözle baktım.

Haberin Devamı

Tanrı seni korusun Mrs. Robinson

Bu şarkı The Graduate filmi için Paul Simon tarafından bestelendiğinde sene 1967 idi.
Ben ilkokulu yeni bitiriyordum, daha Paul Simon ve Art Garfunkel’in isimlerini bile duymamıştım.
O vakitler Türkiye’de pop müzik çalan “il radyosundan” başka bir radyo da zaten yoktu, plaklar deseniz sanki uzaydan geliyormuşçasına geç ulaşırdı.
Sting ve Paul Simon, şarkıya “And here’s to you, Mrs. Robinson / Jesus loves you more than you will know” diye başladıklarında şarkının devamını salonu dolduran sanırım 12–13 bin kişiyle birlikte getirdik: “God bless you, please Mrs. Robinson / Heaven holds a place for those who pray / Hey, hey, hey.”
Salonu dolduranların ezici çoğunluğu benim yaşlarımdaydı. Belki benden beş yaş küçük, belki benden on yaş büyük, en fazla o kadar.
Aynı kuşağın insanlarıydık, yetişme çağında hepimizin hayalinde bir Mrs. Robinbson vardı.
Salonun en az yarısını dolduran kadınların da ezici çoğunluğunun Mrs. Robinson yaşında olduğunu söylemeliyim ki bir kadının en şahane yaşıdır!
Bu film Türkiye’de “Mezun” ismiyle gösterildi.
Mrs. Robinson’un çorabını çektiği sahne hâlâ gözümün önünde, kim bilir kaç kere seyrettim.
Filmde Dustin Hoffman ve Anne Brancroft oynuyordu.
Anne Bancroft çoraplarını giyerken, Hoffman tıfıl bir yeniyetme olarak onu seyrediyordu ki o yıllar için de bugün için de sinemanın en önemli erotik sahnelerinden biri desem, bu nedenle kimse beni mahkemeye vermez, “Hayır değildir” diye!
Filmdeki kadının adının neden Mrs. Robinson olduğunu çok sonraları okuduğum bir kitaptan öğrenmiştim. (Eliot Engel, Oscar Nasıl Wilde oldu, Çeviren: Zeynep Avcı, Sel Yayınları.)
Emily ve Charlotte Bronte kardeşlerin bir de erkek kardeşleri varmış: Kız kardeşlerinin tam tersine yakışıklı bir genç olan Branwell Bronte!
Dördüncü kardeş Anne Bronte, Robinson ailesinin yanında mürebbiye olarak çalışırken, ailenin yaramaz erkek çocuğu için de bir bakıcı-eğitmen aranmış.
Anne Bronte aileye erkek kardeşini önermiş ve kabul ettirmiş.
Yakışıklı Branwell ile kendisinden oldukça yaşlı evin hanımı Mrs. Robinson arasında önce duygusal ve sonra da cinsel yakınlaşma olunca evin beyi, Bronte kardeşleri işten atmış.
Üzerinde sohbet etmekte olduğumuz filme esas olan The Graduate’in yazarı Charles Webb’in romanındaki yaşlı kadın kahramana Mrs. Robinson ismini vermesinin nedeni bu imiş!
Genç bir erkek ile aşk yaşayan orta yaşlı kadın!
Tabii bu filmin çekildiği, romanın yazıldığı yılların orta yaşı ile bugünün orta yaşı bir sayılmamalı.
Düşünün ki ben bile “Hâlâ gencim, güzelim” diye aynalara bakmaya doyamıyorum!
Bu filmde benim yaşımdaki genç erkekleri derinden etkileyen bir şey vardı.
O güne kadar bir arkadaşımızın annesini “kadın” olarak görmemiş, aklımızdan bile geçirmemiştik!
Belki filmin bizi sarsıp dehşetle karışık erotik duygulara doğru çekmesinin nedeni buydu, bilemiyorum.
Bildiğim şey şu ki, yeniyetme erkekler için orta yaşlı kadınlar ulaşılmaz güzellikleriyle bir rüya objesidir, kim bilir belki de ulaşılmalarındaki zorluktan kaynaklanıyordur bu durum.
Konsere dönelim, salonu dolduran kadınların da önemli bölümü benim yaşlarımdaydı, hep birlikte ayakta el çırparak şarkıya eşlik ederken acaba onlar da benim düşündüklerimi düşünmüşler midir diye merak ettim.
Konsere gelirken metro istasyonunda elime tutuşturulan bedava akşam gazetesinde manken Gisele Bündchen’in 34 yaşında emekliliğini ilan ettiği ile ilgili bir haber vardı.
Gisele ile Sinan “Twiggy” Öncel aracılığıyla tanışmışlığım da var.
Yüzüne bakmaya doyamayacağınız sade bir güzelliği var ve diyor ki “Vücudum mankenliği bırakmamı istiyor.”
Bence bunu isteyen vücudu filan değil, erkek egemen eğlence dünyası.
Sharon Stone şöyle söylemişti mesela:
“Artık 39 yaşındaki kadar iş yapamıyorum. Menajerler 40 yaşına geldiğimde bir cüzamlı gibi beni kaldırıp bir kenara attılar...”
“Menajerler” kelimesinin önünde “O.Ç.” kısaltmasıyla tanımlayabileceğim ağır bir küfür de var, burada yazmam doğru olmaz. Stone’un öfkesinin şiddetini vurgulayan bir sözcük.
Sharon Stone 10 Mart 1958 doğumlu. Benden iki yıl üç hafta küçük ve en son Cannes Festivali’nde gördüm, hâlâ bir bebek kadar şeffaf ve güzel.
Ama eğlence dünyasını yönetenlerin affedemeyeceği bir şey bu.
Artık yüzünde kırışmamış nokta kalmamış Sean Connery, filmde 25’lik bir oyuncuyla başrolü paylaşıp, bir de onunla fingirdeyebiliyor ama sıra 57 yaşındaki Sharon’a, 34 yaşındaki Gisele’e gelince “Olmaz, seyirci istemez, yaşlandınız” deniliyor.
Tabii benim bu genel eğilimi değiştirmeye gücüm yetmez ama bu “menajerlere” şunu söylemeliyim ki bakın Anne Brancroft, Mrs. Robinson ile hâlâ hayalleri süslüyor, insanları heyecanlandırılyor!
Bu yaş işini fazla abartmayın!
Unutmayın ki “para” bizim kuşakta ve bizim kuşak için kadının her yaşının bir anlamı ve değeri vardır, bilgisayar başında büyümedik çünkü!
Madem konu böyle açıldı, Gerard De Nerval’in, Doğu’ya Yolculuk (İthaki Yayınları, Çeviren: Nihan Özyıldırım) isimli anılarından bir alıntıyla kapatalım, fonda Mrs. Robinson olsun, bir kadeh de baharı kutlamak için “crispy” beyaz şarap!
“Cenevre’de yemekler olduça iyi ve halk çok sevimli. Kadınlar çok güzel ve hemen hemen hepsi onların diğerlerinden ayırt edilmesini sağlayacak bir görünüşe sahip. Saçları genellikle siyah ya da kestane, ama tenlerinin parlak bir beyazlığı ve inceliği var, hatları düzgün, yanakları renkli, gözleri güzel ve sakin. Bana öyle geldi ki en güzeli geçkinlerdi ya da daha doğrusu kesinlikle yaşlı olanlar. Kolları ve omuzları hayranlık uyandırıcı ama belleri biraz kalın.”

Yazarın Tüm Yazıları