Saçın yüzüne değse!

Haberin Devamı

DİKKATİMİ çeken şey haberin başlığı oldu: “Kıskanırsam, ayrılırım!”
Temmuz ayının son günleriydi, tatildeydim, Milliyet’in sürmanşetinde bu sözleri görünce hemen bir “screen shot” yapıp arşivime attım.
İsimler önemli değil, bir dizi setinde tanışıp birbirlerine âşık olduktan sonra geçen yıl evlenen genç çiftten erkek olanı söylüyor bu sözü.
Cümlenin gelişi de şöyle olmuş: “İlişkimizde kıskançlığa yer yok. Önceki ilişkilerimde ‘Neden kıskanmıyorsun’ sorusu nedeniyle çok tartıştım. Bir de ayrıca o kadar kıskansam ayrılırım. Manyak mı olacağım?”
“Manyak mı olacağım” vurgusuna dikkatinizi çekmek isterim.
Bu vurgudan anlıyoruz ki genç arkadaşımız kadın-erkek ilişkilerindeki “kıskançlık” konusunu bir tür manyaklık olarak görüyor.
İlişkide olduğu kadını kıskanacak olursa da manyak durumuna düşmemek için hemen ayrılmayı tercih ediyor.
Doğrusunu isterseniz bu oyuncuyu o kadar tanımıyorum.
Fotoğrafına baktım, beni çatlatacak kadar yakışıklı bir arkadaş, tanımamak benim suçum.
Çünkü ben televizyonda dizi pek izleyemiyorum. Bizim dizilerin tempoları o kadar ağır o kadar ağır ki gözlerim yavaşça kapanıyor, rüyalar âlemine kayıp gidiyorum.
Onun için bu sözlerini söylerken ciddi mi, yoksa sırf “orijinallik olsun, gazete röportajımı iyi yerden yayınlasın” diye mi söylemiş, bilemiyorum.
Hangi niyetle söylenmiş olursa olsun, üzerinde biraz sohbet edelim istedim.
Kıskançlık, insanlık tarihi kadar eski ve normal bir duygudur.
Tabii aşırı olan her şeyin anormal bir duruma dönüşeceğini aklımızdan da çıkarmayalım.
Adem ile Havva’nın çocukları, Habil-Kabil öyküsünü hatırlayalım ki hem eskiliğini hem de aşırılığın yaratacağı zararları benim uzun uzun anlatmama gerek kalmasın.
Bu öykü taa eski Sümer mitolojisine dayanıyor, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inancında da yeri var.
Din kitaplarında Kabil’in sunduğu adak beğenilmeyince kıskançlık duygusuna kapılıp Habil’i öldürdüğü anlatılıyor.
İbn-i İshak’ın aktardığı ve sahih olmayan bir hadise göre de işin içinde “kız meselesi” de var. Habil ve Kabil birer ikiz kız kardeşe sahiplermiş ve onlara birbirlerinin kız kardeşleriyle evlenmeleri emredilmiş. Kabil’in kız kardeşi daha güzelmiş, Kabil kıskanıp, Habil’i öldürmüş ama dedim ya bu sahih olmayan bir hadis.
Sahip olamadığın şeyler için başkalarını kıskanmak gibi bir duygudan da söz etmiyoruz burada.
Bunun normal bir durum olamayacağını kolayca biliriz.
Konumuz aşk ilişkisinde kıskançlık, bunu özellikle belirteyim.
Bir aşk ilişkisinde, kıskançlık bir tek anlama gelir:
Sevdiğin, âşık olduğun insanın, seni değil de bir başkasını tercih etmesinden duyulan endişe!
Kıskançlık yoksa, aşk da yoktur. Bu düşünce, Fransız filozof Littre tarafından dile getirileli yaklaşık 120 yıl kadar oluyor.
Bir insana âşık olduğun zaman, o senin gözünde en değerli varlığa dönüşür.
Çünkü aşk, böyle gelişir.
Âşık olduğumuz insanın en güzel, en zeki, en akıllı, en en en olduğunu düşünürüz.
Ona kendi değerlerimizi yansıtır, onu görmek istediğimiz gibi görürüz.
Varlığımızı kendi dışımızdaki bir varlığa bağlar, yaşamımızı onun düzleminden tarif ederiz.
Eh “böylesine mükemmel” bir varlığın da çekip bir başkasıyla gitmesini kim ister?
Onun için âşık olduğumuz kişiyi bir tür göz hapsine alırız.
Düşünmeyiz ki bizim ölüp bayıldığımız kişiye belki de dışarıda kimse bayılmıyordur.
Onun için kimlerle arkadaşlık ettiğine, telefonda kiminle konuştuğuna kadar her şeyi merak ederiz.
Biz onu dünyanın en güzeli, dünyanın en yakışıklısı zannettiğimiz için herkesin de böyle gördüğünü düşünürüz.
Kılık kıyafetine karışırız. Biraz fazla süslense meraklanırız, hayrola?
Eşlerinin, sevgililerinin telefonlarını karıştıranlar bile var.
Tam burada şunu söylememe izin verin: Bunu yapanlar arasında iyi aile terbiyesi görmüş kadınlar ve erkekler de olduğunu biliyoruz.
Küçükken başkasının mektuplarını açmanın ayıp olduğunu öğrenerek büyümüş ama eşinin, sevgilisinin cep telefonundaki mesajları, posta kutusundaki e-postaları okumak için delice bir istek duyuyor!
İşte buna neden olan şey kıskançlıktır ve eşin-sevgilinin bir başkasını tercih edeceğinden korkmakla ilgilidir.
Yani diyeceğim o ki eğer birisini kıskanmıyorsanız iki olasılık var: Ya o kişiye âşık değilsiniz, “Bana ne, ne yaparsa yapsın” diye düşünüyorsunuz ya da “normal” değilsiniz.
Tabii başta da söyledim, kaba bir deyim olacak ama tam da bu konudaki aşırılıklara uyuyor bu söyleyeceğim söz “eşeğin gözüne de su kaçırmamak lazım!”
Kıskançlık duygusunun varlığı dozundaysa bir ilişkiyi canlı ve heyecanlı tutar ama doz aşımı da o ilişkinin giderek tükenişe yönelmesine neden olur.
Anlamsız ve temelsiz suçlamalara dönüşen kıskançlık gösterilerinden varılabilecek tek yer aile mahkemesi olabilir.
Yazımın başında sözünü ettiğim oyuncu da “Manyak mı olacağım” derken bu aşırı duruma işaret ediyor olmalı.
Bildiğimiz gibi âşık olduğu bir kadın var, onunla evlenmiş ve mutlu bir hayat kurmuş.
Onun için ne kadar kıskanmam dese de inanmayın, kıskanır.
Bu genç çifte bir şarkı armağan etmek istiyorum.
Hikmet Münir Ebcioğlu’nun güftesi üzerine Teoman Alpay’ın hüzzam şarkısı, Zeki Müren’den geliyor:
“Saçın yüzüne değse telini kıskanırım
Birine söz söylesen dilini kıskanırım
Sakın takma göğsüne gülünü kıskanırım
Seni saran kemerden belini kıskanırım
Deli ediyor beni gezinir her yerini
Okşadıkça tenini elini kıskanırım
Kıskanırım seni ben kıskanırım kalbimden
Bu nasıl aşk Allah’ım öleceğim derdimden.”

Yazarın Tüm Yazıları