Kitaplara kıymayın efendiler!

AMERİKAN edebiyatının en verimli bilimkurgu yazarlarından biri sayılan Ray Bradbury’nin aynı isimli romanından birçok film çekildi.

Haberin Devamı

Ancak sanırım en ilginci, sinemanın büyük isimlerinden biri sayılması gereken François Truffaut’nun uyarlamasıydı. 

Truffaut, Bradbury’nin 1951’de yayımlanan romanını 1966 yılında filme çekti. (Bu film, Truffaut’nun öznel sinema anlayışından ayrılan tek filmi olarak sinema meraklıları için bir başka ilginç özellik de taşıyor.)
Türkiye’de “Değişen Dünyanın İnsanları” adıyla gösterilen film (ve Fahrenheit 451 isimli roman), kitap yakmanın ve kitap düşmanlığının en önemli “değer” olduğu bir “uygarlığı” anlatıyor.


Bradbury’nin hayali toplumunda, faşist kara gömleklileri andıran “itfaiyeciler” yangın söndüren değil, evleri basıp kitaplarla birlikte evleri de yakan insanlar olarak ortaya çıkıyorlar. 
Kitaplar yakılıyor, toplumun yasa koyucuları, kitapları bütün kötülüklerin anası olarak görüyorlar.
İnsanları üretici olmayan hayallere daldıran, içlerinde yazılanlar yüzünden üzülmelerine, mutsuz olmalarına yol açan “kötülük kaynakları”.
Ancak bu toplumda da kitapları seven bir “muhalefet hareketi” var. İnsanların toplu olarak yaşadıkları kentlerin dışında, terk edilmiş tren vagonlarında yaşayan bir grup kitapsever.


Bunların her biri yakılmadan önce bir kitabı sonuna kadar ezberliyor. Yaşlandığında da daha genç birine ezberindeki kitabı noktası, virgülüne kadar ezberletip ancak ondan sonra ölüyor.


TÜBİTAK Başkanı’nın talimatıyla, TÜBİTAK’ın daha önce yayınladığı kitapların “yerlilik ve kültürel uyum” kriterlerine göre inceleneceğini ve buna uymayan kitapların imha edileceğini okuduğumda, aklıma Ray Bradbury ve Fahrenheit 451 geldi.


Sevin Turan ve Erdinç Çelikkan’ın Hürriyet’te yayımlanan haberine göre, 50 bin kitap bu amaçla toplanmış.

Bu kitapların akıbetinin bilinmediği de haberin ayrıntıları arasındaydı.
Ne olduğunu tahmin etmek kolay tabii, “yerlilik ve kültürel uyum” kriterlerini geçememiş olmalılar!
21. yüzyılda, kitapları ortaçağın “yerellik ve kültürel uyum’ kriterlerine göre inceleyip imha etmeye karar veren kurumun adının Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu olması da acı bir şaka olmalı!
Utanç veren, acı bir şaka!

 

Haberin Devamı

Batı ‘Bizi karıştırma’ diyor

 

Haberin Devamı

BİRLEŞİK Krallık Başbakanlık Sözcüsü’nün açıklamasına göre Başbakan David Cameron, Rusya ve Türkiye arasındaki iletişimin araya üçüncü taraflar girmeden yapılması gerektiğini Başbakan Ahmet Davutoğlu’na söylemiş.
Yani demek istiyor ki “Aman bizi bulaştırmayın”!
“Biz” derken de AB ve NATO’yu da işin içine katıyor olmalı.
Batı’nın Rusya ile bir itiş kakışa girmek istemediğini zaten biliyoruz.
Rusya, Kırım’a el koyarken, Ukrayna’yı resmen ikiye bölerken de böyle yapmışlardı.
Zaten Putin’in de böylesine pervasız olmasının nedeni, Batı’nın kendisine karşı pek fazla işe de yaramayan “ekonomik ambargo” dışında bir şey yapamayacağını bilmesinden kaynaklanıyor.
Ama Türkiye’nin kimse tarafından beklenmeyen tepkisi ve Rus uçağının düşürülmesi, Putin’in de dengesini bozdu. Murat Yetkin’in, Radikal’deki tespiti doğru: Putin’in façası çizildi!
Patlama şeklinde ortaya koyduğu büyük öfkenin altında bu yatıyor.
Öfkesi günün birinde nasıl olsa yatışacaktır ama o zamana kadar bu işten en büyük zararı da Türkiye görecek gibi. Büyük bir pazarı kaybetme tehlikesi var.
Hamaset yapıp “Sınırlarımızı koruduk, paranın ne önemi var” diye konuşmak mümkün tabii ama acaba sınırları korumak için uçağı düşürmekten daha başka yollar bulunamaz mıydı diye düşünmek de gerek.

 

Haberin Devamı


Türkiye’ye güvenmiyorlar mı?

 

AVRUPA Komisyonu’nun açıklamasına göre Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki bakımı için 3 milyar Euro kaynak sağlanacak.
İşin ilginç tarafı, AB bu parayı Türkiye’ye doğrudan vermiyor, Türkiye İçin Mülteci Tesisi isimli bir mekanizma oluşturup fonu o kurumun emrine sunuyor.
Bu kuruluş, AB üyesi ülkeler ve Türkiye’nin temsilcilerinin bulunduğu bir idari komite tarafından yönetilecekmiş.
Mülteciler için yardımın doğrudan Türkiye’ye verilmemesi, paranın başka yerlere harcanacağı kuşkusundan mı kaynaklanıyor, bilemiyorum ama gurur kırıcı olduğunu söylemeliyim.

Öte yandan Suriye krizine benzin döken “din kardeşlerimizden” hiçbiri mülteci sorununun çözümü için elini ceplerine atmış değil.
Suudiler ve Katar, Suriye’yi daha da karıştırmak için kesenin ağzını açtılar ama ne mülteci kabul ediyorlar ne de mültecilere bulundukları ülkede uygun koşullar sağlamak için yardım ediyorlar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, mülteci konusundaki duyarsız davranışları için Batı ülkelerine kızarken, zengin Araplara tek söz etmemesi de dikkatimi çekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları