Kendin gibi davranmama oyunu

SEINFIELD dizisindeki George Costanza’yı hatırlar mısınız bilmem.

Haberin Devamı

Benim için o diziyi izlememin iki nedeninden biriydi, diğeri ise Cosmo Cramer. Hani saçları deli kovalamış gibi tepesinde toplanmış karakter vardı ya, işte o.
Hatırlamakta zorlananlar için George Costanza’yı tarif edeyim: Kısa boylu, şişman, hafiften aptal ve saçları dökülmüş bir “looser”!
Sitcom âleminin gelmiş geçmiş en önemli karakterlerinden biri olarak kabul ediliyor, çünkü gerçek bir kişiden yola çıkılarak yaratılmış. Ve işin ilginç tarafı Costanza karakterinin gerçek hayattaki karşılığı o dizinin Seinfield ile ortak yaratıcısı Larry David’den başkası değil.
Kaç “kreatör” böyle bir şeye cesaret edebilir ki?
George Costanza, dizinin bir bölümünde aklından geçen her şeyin tersini yapıyordu.
Bir olay ya da söz karşısında normalde takınacağı tavrın ya da alacağı tutumun tam tersinin ne olduğunu düşünüyor, ona göre hareket ediyordu.
O bölümü seyrederken o kadar çok gülmüştüm ki zaman zaman aynı şeyi deneyip, kendime gülmek istiyorum.
Bunu yapabildiğim durumlar da oldu, niyetlenip başaramadığım da.
Aklım, bungee jumping denememin hiç de normal olmadığını bana söylüyordu ama kendimi tutamayıp atlamak istedim.
Hedefime ulaşamadım çünkü atlama düzeneğini yöneten gençler “benim yaşımdakilerin” atlamasının doğru olmadığını söyleyerek engel oldular, oysa o tarihte sadece 50 yaşındaydım.
Ama bundan daha tehlikeli bazı şeyleri yapmama kimse engel olamadı.
Mesela ırkımızı güzelleştirmek için çirkin bir arkadaşımla evlenmeyi kabul eden ve iki tane şahane kız çocuk doğuran bir Rus balerinin kullandığı motosiklette, selenin arkasına oturdum.
Aklım “bu ince kollu, sıska kız şu kadar beygirlik bir motosiklete hâkim olabilir mi” diye sorarken içimdeki şeytan “bin” diye emretti, bindim, düşmeden de yolun sonuna kadar gitmeyi başardık.
Tabii kendime gülmek isterken oynadığım bu oyun nedeniyle bazen “huysuz” eleştirilerini de göğüslemek zorunda kalıyorum ama sonuçta “huysuzluk” da bir “huy” değil mi?
Denemenizi öneririm, bazen insan kendine gerçekten çok gülüyor ve kendine gülmekten daha iyi terbiye edici bir şey olmadığını da artık biliyorum.
Bunun istisnalarına da dikkatinizi çekerim.
Mesela içkiliyken elinizi Twitter’a, Instagram’a ya da WhatsApp’a uzatmayın.
O zaman da normalde söylemeyeceğiniz, yapmayacağınız bir sözü söyleyip, yapıp, sonra çok pişman olabilirsiniz, asla gülemezsiniz.
Bir diğer “Sakın ha” diyeceğim konu da “aşk” ile ilgili tabii.
Her yıl tekrarladığımız “erkek erkeğe” tekne gezintisinde okumak için yanıma Oya Baydar’ın “Sıcak Külleri Kaldı” (Can Yayınları) isimli romanını almıştım. Okuyacak ilginç bir roman arayanlara da öneririm.
Romanda, çok anlamlı kelimelerden yararlanılarak üretilmiş Fransızca bir söz var:
“Kalbin, aklın tanımadığı gerekçeleri vardır.”
Aklınızca bir oyun oynarsınız ama kalp onun gerekçelerinden çok daha fazlasını ve çok daha farklı olanlarını bildiği için ne yapmak istediğinizi anlamaz, burnunuzu duvara çarpıverirsiniz, haberiniz olsun.
Çünkü ilişkiniz magazin haberlerinde sıkça okuduğumuz gibi “düzeyli” bir ilişki değilse, iki kişilik bir “oyunun” içindesiniz demektir.
Kendinizi yeniden keşfetmeye başlarken, diğer yandan da sevgilinizi keşfetmeye, içine akmaya doğru bir yolculuktur bu.
Birlikte düşünmek, birlikte hissetmek böyle mümkün olabilir, onun içinde de “tek kişilik” stand-up’lara yer yoktur.
Öte yandan âşık olma hali, bir yönüyle de George Costanza’nın oyununa da benziyor.
Âşık olunca, bildiğiniz sizden farklı davranışlar sergilersiniz çünkü.
Aklınızın “yapma” dediğini yapar, aklınızın “yap” dediğinden uzak durursunuz.
Ama bunu artık bir “oyun” olsun diye değil, kalbiniz öyle emrettiği için yaparsınız.
Rahmetli arkadaşım Meral Okay, ondan da vakitsiz kaybettiğimiz eşi–sevgilisi Yaman Okay için bir veda mektubu yazmıştı, şu bölümünü not etmiştim:
“Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ‘biz’ olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.”
Kendi varlığından uzakla-
şarak bir başka varlığın içinde erime, yok olma isteği.
Bu durum bugünden yarına gelişmez tabii.
Küçük ayrıntılarla beslenerek ilerler. Önce mesela sadece saçının rüzgârda savruluşunu beğenirsiniz, size dünyanın en güzel kadını (ya da en yakışıklı erkeği) gibi gelmeye başlaması için hayli zaman gerekir, emek gerekir.
O insana doğru aktıkça yeni “ayrıntılar” keşfedersiniz.
Oturuşu, konuşması, bardağını tutuşu, bakışlarındaki anlam değişimi, ilgisini çeken konular... Bitmek bilmez bir keşif yolculuğudur çünkü bu.
Sonunda sesinin tınısından bile nasıl bir ruh durumu içinde olduğunu hissedebileceğiniz bir keşif süreci!
Onun da sizde böyle ayrıntılar keşfetmesini bekler, bunun gerçekleştiğini gördükçe mutlu olursunuz.
Birçok insanın en sevdiği dönemin ilişkinin flört evresi olmasının nedeni budur.
Her yeni ilişki başlarken heyecanlanırsınız, duyum yeteneğiniz de artar, çünkü bilirsiniz ki sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen bir yolculuğa çıkıyorsunuzdur.
Ne mutlu o insanlara ki hiç bitmeden sonsuza kadar o yolda yürümeyi başarabilenler de var!

Haberin Devamı


Bir özür

Haberin Devamı

GEÇTİĞİMİZ cumartesi günü bu köşede “Yavaş yavaş ölürler” diye bir şiir yayınladım. Şiiri bana güvendiğim bir arkadaşım yollamıştı, onun için araştırmadan yayınladım. Bazı okuyucularım uyardı ki şiir Pablo Neruda’ya ait değilmiş
Pablo Neruda vakfının internet sitesinde de bununla ilgili bir açıklama var, çünkü benim düştüğüm hataya düşenlerin sayısı belli ki çok fazla.
Vakfın sitesinde (www.fundacionneruda.org) bu hatanın birçok tebrik kartında ve gazete makalesinde tekrarlandığına dikkat çekiliyor ve şiirin gerçek sahibi belirtiliyor. Şiir Brezilyalı yazar–şair Martha Mederios’a aitmiş.
Pablo Neruda’nın ruhunun şahitliğinde, yaptığım hata ve özensizliğim için sizlerden ve Martha Mederios’tan özür diliyorum.


Yazarın Tüm Yazıları