Herhalde yeni farkına varmış

AKP, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimden beri iktidarda bulunuyor.

Haberin Devamı

Bugüne kadar kimseye nasip olmamış uzunlukta, tek başına iktidar!

İstediği her türlü kanunu çıkarabildiği bir TBMM çoğunluğuna sahip.

Bir gecede, bir torba kanun içine atılan maddelerle eğitim sistemini bile kökten değiştirebiliyor.

Teorik olarak da pratik olarak da istediği her şeyi yapacak çoğunluğu var.

Bakın parmaklarını kaldırıp indirecekler ve anayasal düzene karşı bir darbe yaparak yüksek yargıyı da tamamen hükümete bağlayacaklar.

Öyle bir güce sahipler!

Hal böyleyken Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un önceki gün söylediklerine bir kulak verelim:

“Türkiye, Gümrük Birliği anlaşması ile ciddi kayıplar yaşadı. Gümrük Birliği’ni yeniden gözden geçirmek ve müzakere etmek zaruridir.”

Bu sözleri söyleyen bir muhalefet partisinin mensubu değil.

Tam tersine 14 yıldır tek başına iktidarda olan, aklına esen her türlü işi tek başına, kimseyle uzlaşma gereği duymadan yapan bir partinin etkili, üst düzey bir yöneticisi.

Bu 14 yıl içinde AB ile Türkiye arasında sayısız görüşmeler yapıldı, bir tekinde bile bunun dile getirildiğini duymadık.

Merak ediyorum, bu söylediği şeyin farkına dün mü varmış da bugün gündeme getiriyor?


DEMOKRASİYİ PKK'NIN KEYFİNE BIRAKMAK
ESKİ Başbakan Yardımcısı, AKP milletvekili Mehmet Ali Şahin, Karabük’te katıldığı bir iftarda, terörle mücadele konusunda askere verilen yetkilerin “zaruretten” kaynaklandığını söyledi.

Terörle mücadelede başarıya ulaşılırsa, bu yetkilerin tekrar geri alınacağını belirtti ve şöyle konuştu:

“Siz demokrasiden geri adım atıyorsunuz diyorlar. Evet, biz bunu bilerek, Türkiye’nin şartları bunu gerektirdiği için böyle yapıyoruz. Böyle bir düzenleme yapmak zorunda kalmışsak bunun birinci sorumlusu o PKK terör örgütü ve onun siyasi uzantılarıdır.”

İktidar partisinin önde gelen siyasetçilerinden biri Mehmet Ali Şahin.

Ve onun ağzından da duyuyoruz ki hükümet, askere bir demokraside verilemeyecek yetkileri vermiş, çünkü bunun sorumlusu PKK imiş.

Barış süreci ya da çözüm süreci, artık adı her ne ise gündeme geldiğinde bu köşede kaç kere yazdığımı hatırlamıyorum.

Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü PKK’nın insafa gelmesine bağlıysa, bununla hiçbir yere varılamaz diye!

Çözümü sadece PKK ile görüşmek ve PKK’nın gönül rızasıyla silahlarını bırakıp çekileceğini sanmak en büyük hataydı.

Nitekim PKK, bu süreci kentleri cephaneliğe çevirmek için kullandı.

Bugün kentlerdeki hendekleri kapatmak için yürütülen operasyonlarda 500’den fazla asker ve polisin genç yaşta ölmesinin nedeni budur.

Oysa hükümet, o süreçte Türkiye’yi bir bütün olarak demokratikleştirme ve bölgede de PKK’yı marjinalize etme olanağına sahipti.

Ama niyet demokratikleşme değil, seçimde oy toplamaktı. Bu nedenle o süreçte PKK’ya göz yumuldu.

Ve şimdi “demokrasiden geri adım” atıyorlar ama amaç yine PKK ile mücadele değil.

PKK ile mücadele görüntüsü altında, toplumu terörize etmek ve hayallerindeki İslamcı otoriter rejimi kurmak peşindeler.

Olan bitenin açıklaması budur.


NİYE BU KADAR BEKLENDİĞİNİ BİLEN VAR MI?
TÜRKİYE sonunda İsrail ile anlaştı. Cumhurbaşkanı bunun her iki ülkenin de hayrına olduğunu açıkladı.

Türkiye, İsrail ile anlaşmak için üç şart öne sürmüştü: Mavi Marmara saldırısı için özür, Mavi Marmara kurbanları için tazminat ve Gazze’ye ambargonun kaldırılması.

Özür ve tazminat işi 2013’te zaten çözüme kavuşturulmuştu.

Gazze’ye yönelik ambargo ve ablukada ise bir değişiklik yok.

Gazze’ye yapılacak yardımlar, abluka nedeniyle, eskiden olduğu gibi yine önce İsrail’deki bir limana gidecek, denetimden geçerse Gazze’ye ulaştırılacak.

Yani ablukada da, ambargoda da bir değişiklik yok!

Madem bu barışta Türkiye’nin yararına olan şeyler vardı, o zaman 2013’ten bugüne neden beklendi?

Çünkü bugün geldiğimiz nokta ile 2013’te bulunduğumuz nokta arasında herhangi bir fark yok.

Bakın Cumhurbaşkanı, değişik meslek gruplarının temsilcilerine verdiği iftarda ambargo ile ilgili durumu nasıl açıklıyor:

“Üçüncü şartımız Mavi Marmara şehitlerinin amacı olan, bu uğurda canlarını verdikleri, Gazze’de yaşayan Filistinlilerin hayat şartlarının iyileştirilmesi noktasında abluka veya ambargonun kaldırılmasıydı. Roma’da varılan anlaşma uyarınca elektrik ve su altyapısının, çünkü 4-6 saat elektrik enerjisi geliyor. Devamlı karanlıktalar. Ya limana elektrik enerjisi veren bir gemi yerleştirelim veya orada Almanların işlettiği bir santral var, oradan elektrik, bunun halli gerekir. Ve bunun şebekelerini Türkiye olarak bize yenileyeceğiz. Şimdi bu da kabul edildi. Su, maalesef sıkıntı. Bunun için de denizden su alalım veya sondaj dedik. Bunu da kabul ettiler. Hatta hatta gerekirse yılda 50 milyon metreküp suyu kendilerinin vermesi noktasında da bir beyanda bulundular.”

Bu başı sonu belli olmayan cümleler bize bir tek şey gösteriyor: Cumhurbaşkanı, laf kalabalığına getirerek bugüne kadar bu işin neden bu kadar uzadığını örtmeye çalışıyor.

Çünkü eğer ambargo gerçekten kalkmış olsaydı, Cumhurbaşkanı’nın nasıl esip kükreyeceğini biz vatandaşlar gayet iyi biliyoruz.

Yoksa, İsrail ile anlaşmayı engelleyen de Ahmet Davutoğlu muydu?

Yazarın Tüm Yazıları