Hakarete uğradığına inanmanın psikolojisi

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı konuşmalarını dinlerken “acaba” diyorum, “biz ayrı ayrı evrenlerde mi yaşıyoruz?”

Haberin Devamı

Mesela geçen gün şöyle dedi: “Dünyanın hiçbir yerinde medya Türkiye kadar serbest değildir.”
Cumhurbaşkanı’nın “dünya” diye tanımladığı yer neresi, “Türkiye” denildiğinde aklına hangi ülke geliyor, kestirebilmek zor!
Dedim ya sanki paralel evrenlerde yaşıyor gibiyiz.
Cumhurbaşkanı aynı konuşmasında, Türkiye’de medyanın sıkça “hakaret, ırkçılık ve nefret suçu” işlediğini de söyledi.
Medyadaki ırkçılık, nefret ve hakaret söylemlerinden bahis açılınca, bence önce bir dönüp uçağına aldığı gazetecilerin çalıştığı medya kuruluşlarının yayınlarına bakmalı.
Sanıyorum ki kitap okumadığı gibi gazete de okumuyor, özetler ile idare ediyor.
Gerçekten okuyor olsaydı, böyle konuşmazdı ya da uçağına aldığı gazetecilere tembih ederdi: “Irkçılık yapmayın, nefret suçu işlemeyin, kimseye hakaret etmeyin.”
Ama biliyoruz ki onları kastetmiyor!
Kastettiği yayın organları, kendi istediği gibi haberler yapmayan yayın organları ve her eleştiriyi “hakaret” olarak algılamak gibi bir ruh durumu içinde.
Ayrıntılı bir istatistiki çalışma yapılabilse, Erdoğan’ın avukatlarının günlük mesailerinin önemli bölümünü bununla ilgili davalara harcadığı da ortaya çıkacaktır.
Kim ne söylese hakaret gibi algılıyor ve hemen dava açılması talimatını veriyor. Memleketimizin savcıları da durumdan vazife çıkarmak konusunda yeteneklidirler, onlar da olur olmaz her konuşmaya, tweet’e, Facebook mesajına davayı yapıştırıyorlar.
Konya’da küçük bir çocuğun “Cumhurbaşkanı’na hakaret etti” diye iki günlüğüne de olsa hapse tıkılması, yukarıya hâkim olan bu havadan kaynaklanıyor, başka bir şeyden değil.
Sürekli hakarete uğradığını düşünmek, buna karşı kimsenin bir şey yapmadığı kanısına kapılmak herkeste bir travma yaratır, bu bir gerçek.
Bu travma isyan etmek, bağırıp çağırmak, şiddete meyletmek gibi sonuçlarla kendisini gösterir ki örnek olayımız da bunu doğruluyor.
Bu konuda Beştepe Sarayı kurmaylarının bir şeyler yapması gerek, ben söylemiş olayım.

Haberin Devamı


‘Zabtiye rûhuyla hükûmet sürenin’

Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Âkif’in ölümünün 78. yıldönümü nedeniyle bir mesaj yayınladı.
Mesajında şöyle diyor: “Mehmet Âkif’in mütevazı hayatının yeni nesiller için emsalsiz örnek teşkil ettiğine inanıyorum.”
Aslına bakarsanız, sadece gençler değil, bir hayli yetişkin olanların da bu mütevazı yaşamı kendisine örnek olarak almaları gerekir gibi geliyor bana.
Acaba Mehmet Âkif bugün yaşıyor olsaydı, devlet büyüklerimizin saltanat merakları için neler yazardı?
Milyar dolarlara mal olan bin küsur odalı saray için ne derdi?
Diyanet İşleri Başkanı’nın Mercedes’ini nasıl karşılardı?
436 milyon liralık uçağa binmeyi aklından geçirir miydi?
Ayakkabı kutularından fırlayan, evlerde depolanıp sıfırlana sıfırlana bitirilemeyen paralar karşısında nasıl bir duyguya kapılırdı?
Büyük şairi rahmetle anarken, Safahat’tan bir küçük parçayı birlikte okuyalım, kim bilir belki Cumhurbaşkanı da okur bakarsınız:
“Bana anlat bakayım şimdi : Şu bîçâre ocak,/Zorbalar saltanatından ne zaman kurtulacak?/ Hiç bu mantıkla, a dîvâne, hükûmet mi yürür?/Bir cemâ’at ki erenler işi yumrukla görür,/Kafa bitmiş demek artık, çekiver kuyruğunu! / Kuvvetin hakkı mıdır enselemek bulduğunu? / Bize, Âsım, ne şunun yumruğu lâzım, ne bunun; / Birinin pençesi ister yalınız: Kaanûnun./Ver bütün kudreti kaanûna ki vahdet yürüsün.../Yoksa millet değil ancak dağınık bir sürüsün.../Memleket zâten ayol baksana: Allak bullak,/Sen de hissinle yürürsen batırırsın mutlak./Ya kuzum, zabtiye rûhuyla hükûmet sürenin,/Yeri altındadır, üstünde değildir kürenin!”

Haberin Devamı


Müteferrika kaç kitap bastı?


ARAP alfabesinden Latin alfabesine geçiş ile birlikte “muazzzam bir kültür birikimini kullanamamaktan” söz edenlerin, uydurmacı olduğunu yazmıştım. (Bununla ilgili son yazım 26 Aralık 2014 tarihli Hürriyet’te yayımlandı.)
Geçen gün evde bir kitap ararken, elime 13 Nisan 2008’de yapılan bir müzayedenin kataloğu geçti.
Çok ilginç bir katalog bu, Portakal Sanat ve Kültür Evi tarafından basılmış, meraklıları Milli Kütüphane’de bulabilirler.
Hayat ve Ses dergilerinin kurucusu rahmetli Şevket Rado’nun “Hat ve Kitap Koleksiyonu” satılmış.
Koleksiyonun çok değerli bir bölümü ise Türkiye’ye matbaayı getiren İbrahim Müteferrika’nın matbaasında bastığı “bütün eserler”!
Koleksiyon şu anda kimdedir, bilemiyorum tabii ama katalogdan ilginç şeyler öğrendim.
Önce sizinle bir bilgi yarışması yapalım: İbrahim Müteferrika kaç kitap basmıştır? Bastığı kitapların tirajı nedir?
Yanıtlarınızı bir kâğıda yazın ve yazının devamını ondan sonra okuyun lütfen.
Müteferrika, ilk önce Marmara Denizi, Karadeniz, İran ve Mısır’ı gösteren dört harita basmış.
Yayınladığı ilk kitap Vankulu Lügati olarak bilinen Arapça–Türkçe sözlük. Bu kitap bin adet basılmış.
Matbaasında basılan toplam kitap sayısı 17! Matbaanın el değiştirmesinden sonra basılanlarla birlikte sayı 23’e çıkıyor.
Bunların bazıları 300 adet, bazıları 500 adet, bazıları da bin adet basılmış.
Polonyalı Cizvit rahibi Krusinski’nin İran ve Afgan tarihine ilişkin kitabı ise en yüksek tiraja ulaşmış: 1200 adet!
Son bir not: Müteferrika’nın bastığı kitaplar daha çok sözlüklerden, anılardan ve ilk Türkçe Atlas’tan oluşuyor.
Felsefe kitabı hiç basmamış!

Yazarın Tüm Yazıları