Felsefi derinlik!

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “Son derece zengin, bilim yapmaya müsait bir dilimiz varken, bir gece yattık sabah kalktık o dil yok.

Haberin Devamı

Binlerce kelime ve kavram unutturuldu. Şu anda Türkçenin mevcut kelime haznesi ile felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca ya da İngilizce, Almanca, Fransızca kelimelere başvuracaksınız” dedi.
Erdoğan’ın bu tür konuşmalarını doğrusunu isterseniz ciddiye almak yanlısı değilim.
Ama ne de olsa Cumhurbaşkanı seçildi, makama saygımızı muhafaza için bu sözlerini de ciddiye almalıyız.
Kim bilir, belki de okullardan felsefe dersini kaldırdıktan sonra, Osmanlıca dersi koymak istemesinin ardında da “Türkçe felsefe mi olur” düşüncesi yatıyordur.
Kendisi henüz milletvekili seçilmeden önce, 16 Ekim 2002 tarihinde, Amasya nutkunda şöyle demişti:
“Ben argo margo konuşmuyorum. Ben milletimin dilini konuşuyorum.”
Şimdi “milletin dilini” neden hafife alıyor, anlayamadım doğrusu.
Öte yandan “şerefsiz, cibiliyetsiz, lan terbiyesiz” gibi soyut kavramları kullanma hâkimiyetinden de söz edebiliriz tabii.
Ama entelektüel derinliğin bu kadarı felsefe yapmaya yetmez.
Daha geniş bir kelime haznesine sahip olmalıdır ki bu da çok kitap okumayı gerektirir.
Hatırlarsınız, 2005 yılında şöyle demişti: “Kitap okumaya vakit bulamıyorum. Arkadaşlarım kitapları özetleyip getiriyorlar.”
“Arkadaşlarına” rica etse ve Cumhuriyet döneminin en önemli felsefecilerinden rahmetli Prof. Macit Gökberk’in dil ve bilgi sorunu üzerine yazdıklarından bir “özet” alsa, yararlı olacaktır diye düşünüyorum.
Bir an için Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin haklı olduğunu kabul edecek olursak, Ioanna Kuçuradi, Ahmet İnam gibi felsefe profesörleri filan bizi kandırıyorlar diye mi düşünmeliyiz?
Tabii bir de “tutarlılık” meselesi var.
Bakın 24 Nisan 2012 tarihinde, bir sempozyumda neler söylemiş:
Diller arasında bir ayrıma gitmek, açık söylüyorum bir ırkçılıktır. Zaman zaman söyleniyor, ‘Türkçe ile felsefe, bilim yapılmaz, bilim dili kurulmaz’ deniyor. Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalardır. Irkçılık ihtiva eden bir düşünüş biçimidir. Dünyadaki tüm diller gibi Türkçe de zengin kelime hazinesiyle, bu dili konuşan herkese sonsuz, sınırsız, engin bir muhayyile sunabilecek güce sahiptir.”
Kafam iyice karıştı!
Cumhurbaşkanı’nın hangi sözüne inanmalıyım?

Haberin Devamı


Hâkim amcası o daha çocuk!

Haberin Devamı

KONYA’da düzenlenen Kubilay’ı anma töreninde bir konuşma yapan 16 yaşındaki M.E.A. polis tarafından okulunda gözaltına alınmış.
Savcılık, çocuğun “Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiğine” kanaat getirmiş, sulh ceza hâkimi de tutuklu olarak yargılanmasına karar verip tutuklamış.
Niye “denetimli serbestlik” kararı verilmemiş, anlayamadım.
Kaçmasından mı korkuluyormuş?
Eğer sözlerinde Cumhurbaşkanı’na yönelik bir hakaret varsa ne yapılmalıydı?
Böyle davranışlar içinde bulunmanın ve sözler söylemenin doğru bir tutum olmadığını öğretmek gerekirdi, hapse tıkmak yerine!
16 yaşında bir çocuktan söz ediyoruz burada.
“Denetimli serbestlik” tam da bu nedenle var.
Bakın Denetimli Serbestlik Daire Başkanlığı’nın internet sitesinde bu “kurum” nasıl açıklanıyor:
“Denetimli serbestlik, ‘Mahkemece belirtilen koşullar ve süre içinde, denetim ve denetleme planı doğrultusunda şüpheli, sanık veya hükümlünün toplumla bütünleşmesi açısından ihtiyaç duyduğu her türlü hizmet, program ve kaynakların sağlandığı toplum temelli bir uygulamayı’ ifade etmektedir.”
Eğer çocuğun sözleri hakaret içeriyorsa, onun bunu tekrarlamasını önlemek, bunun için onu eğitmek, bu süre içinde kontrol altında tutarak hakarete maruz kalanın da haklarını korumak bu yolla mümkün olabilirdi.
Ayrıca “Koruma Kurulları” da bu iş için var.
Cumhurbaşkanı’nın psikolojisi bir çocuğun aptalca sözleri nedeniyle bozulduysa, ona psikolojik destek vermek de bu kurulların işiydi.
Ama yargıç, bunların hiçbirini dikkate almamış, karşısına “sanık” diye getirilen kişinin bir çocuk olduğunu bile düşünmemiş.
Daha ağır suçları işleyenler için bile “tutuksuz yargılama” esas iken 16 yaşındaki bir çocuğu cezaevine göndermiş.
Merak ettim, kendi çocuklarını böyle mi terbiye ediyor?

Haberin Devamı


‘Muazzam kültür birikimi’ palavrası


HARF devrimi yüzünden, eski eserler okunamaz olmuş, böylece “muazzam bir kültür birikiminden” mahrum kalmışız.
Böyle bir inanç var.
Geçenlerde “mezar taşı okuma” konusu açıldığında bunu sormuştum: “Matbaanın ülkemize gelmesinden harf devrimine kadar geçen 200 yıllık sürede kaç eser basıldı da bunlardan mahrum kaldık” diye.
Denizler Kitabevi’nin Facebook sayfasında “Kaptan” Turgay Erol, ilginç bilgiler paylaşmış.
Oradan aktarıyorum:
Eski harfler ile Türkçe basılı yaklaşık 40 bin adet eser mevcut.
Bunun yaklaşık 20 bini aynı eserlerin tekrar baskısı. Kalanın 15 bini, Müteferrika baskısı kitaplar da dahil ya yabancı dilden tercüme ya da derlemenin derlemesi eserler. “Monte Kristo Kontu” gibi popüler eserler.
Özgün telif eser sayısı iyi ihtimalle 3–5 bini geçmiyor. Bu telif eserlerin hemen hepsi daha sonra yeni alfabe ile tekrar yayınlanmış.
“Alfabe değişince eski muazzam eserleri okuyamaz hale geldik” diye düşünenlere duyurulur.

Yazarın Tüm Yazıları